Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

KARGASEKMEZ

,

Okuma Süresi

6–8 dakika

Mehmet Samet Acar

“Adım Zeliha Gülümser. Arkeoloji bölümünde doktora öğrencisiyim ve Karadeniz’deki kadim toplumların tarihi ve arkeolojisi üzerine tez hazırlıyorum. Daha doğrusu hazırlıyordum, bunun üstünden çok zaman geçti doğrusu. Bu ses kaydını limandan çaldığım ahşap teknede kaydediyorum.  Poyraz çok sert, deniz çok dalgalı… Iason’un neden buralara argonot dolu koca gemisiyle geldiğini şimdi daha iyi anlıyorum. Kargasekmez Adası’nı bulmaya ve oraya yeniden gitmeye çalıştım ama başaramadım. Yemin ederim burada bir yerlerdeydi, sanki yer yarılıp ada içine girdi. Şimdi elim boş dönüyorum. Tam olarak hangi gündeyiz ve bugün ayın kaçı bilmiyorum. Ne televizyon çekiyordu ne de  takvim vardı hastanede. Sahiyle rüyayı ayırt etmek benim için eski bir hayal artık. Yine de, neyin gerçek olduğunu çözmem gerek. Bir yandan birinin daha benim yüzümden geberip gitmesini istemiyorum, bu yüzden de aslında her şeyi benimle mezara götürmek istiyordum ama sanırım dayanamayacağım. Ölüme yaklaştıkça ondan gitgide korkmaya başlıyorum. Karaya döndüğümde başımdan geçenleri yazıya dökeceğim ve elimdeki her şeyi, ses kayıtlarının olduğu teypler de dahil, bir yayın kuruluşuna yollayacağım.

İnanır mısınız bilmem ama şu an karşımda; millerce öteden, denizin ufuklarından bana bakıyor. Muazzam bir görüntüsü var. O derin uykusundan uyandırılmak için gün sayıyor. Kafamdaki dikişler kanamaya başladı, yağan yağmura karışıp denize düşüyor. Bense gözlerimi onun ihtişamından alamıyorum.”

Tezim için bulabileceğim en ufak şey çok önemliydi. Bu yüzden bir gün danışman hocam, kendisine gelen ihbar sonucu bilirkişi vekili olmam için Artvin Kemalpaşa kasabasındaki jandarma karakoluna gitmemi istedi. Orada aldığım ses kaydının transkripti:  

“Zeliha: 30 Ekim 1996. Artvin Kemalpaşa kasabası jandarma karakolundayız. 24 Ekim’de Kargasekmez Adası’nda ikamet eden bir balıkçının sorgulanışına ortaklık etmekteyim. Bu ses kaydını herkesin rızası dahilinde, akademik amaçlar çerçevesinde almaktayım… Remzi Çavuş başlayabilirsiniz. 

Remzi: Evet Celal Amca. Ne zaman bu olayı yaşadın detaylarıyla bir anlat bakalım.

Celal: Çaçha günü ben tekneyle açıldım. Balık tutuyorum. Pek rast gitmedi işlerim. İlk başta ölü balıklar düştü ağıma. Şaşırdım. Çok kötü kokuyorlardı. Sonra birkaç kez daha attım ağımı denize. En son sığ yerdeydim. Ağıma sert, ağır bir şey takıldı. Çektim attım tekneye, baktım bi’ taş. İlk başta hemen geri atacaktım ama üstünde değişik şeyler kazılıymış. Okuyamadım da, eskilerin abecesi gibi değil. Gavur mezar taşlarına da benzer, şimdi Allah korusun çarpılırız falan diye korktum ama geçenlerde de böyle hadiseler olmuştu, jandarmanın uyarısını hatırladım. O yüzden karaya geldim, size haber ettim.

Zeliha: Bu taş hiçbir Semavî dinin kültürüne ait bir zanaatten çıkma değil. Antik Çağa tarihlendirmek olası ama kesin tarihleme için laboratuvar görmesi gerekiyor. Taşa, harf olduğunu varsaydığım şeyler ve daha önce eşine pek rastlamadığım figürler oyulmuş. Bu figürlerin en seçilebilir olanı… bir ahtapota benziyor fakat vücudu aynı zamanda insan yapısını da andırıyor.”

Ses kaydım olmasa, sorgunun nasıl devam ettiğini hatırlayabileceğimi hiç sanmıyorum zira masada öylece duran o taş bütün odağımı ve merakımı cüretkar bir biçimde kendisinde toplamıştı. Benden sürekli ona bakmamı istiyor gibiydi. Ben de ona istediğini seve seve veriyordum. Ellerimi taşın üstünde gezdirirken ahtapot tasviri ve etrafındaki yazılar beni giderek içine çekiyor, sindirmek istiyordu. O esnada odadaki konuşmaların boğuklaştığını hissettim, bir süre sonra da hiçbir şey duyamaz oldum. Kulaklarım sanki köhne bir hisarın içine ışınlanmıştı, duyulacak en ufak tıkırtı kulağımın içinde yankılanmaya hazırdı. Parmaklarım harf olduğunu var saydığım oyukların içinde gezerken bu boş hisarın içinde birisinin benimle iletişim kurmaya çalıştığını hissettim. Ürkütücü konuşmasında hiçbir telaş yoktu, görmesem bile duyduğum sözcüklerin ağzın içinde nasıl oluştuğunu hissedebiliyor gibiydim. Sanırım bu yüzden olacak ki duyduklarımı tekrar etmek, onunla bir olmak istedim. İlk başta birkaç anlamsız homurtu çıkardım, çok geçmeden ona ayak uydurup duyduklarımı tekrar etmeye başladım. Sanki bu kadim dili doğuştan öğrenmiş gibiydim. Konuştuğum o kısmı ses kaydında defalarca dinledim ve tekrarladım. Şuna benzer bir şeyler söylüyordum: “ph’nglui mglw’nafh cthugha fomalhaut n’gha-ghaa naf’lthagn”

Remzi Çavuş beni sarsıyor, bana “Zeliha Hanım, kulağınız kanıyor!” diye bağırıyordu ama kendi dünyama geri dönmek istemiyordum. Yine de suratıma attığı sert tokat beni kendime getirmişti. Etrafa baktığımda tüm karakolun başımda toplandığını görmüştüm. Şaşırdım, saniyeler süren bir hayalin içinde olduğumu düşünmüştüm ama ses kaydından da anlayabildiğim üzere benim bu transım dakikalar sürmüştü. “İçtiğim antidepresanın yan etkisi, kusura bakmayın.” diye kuru ve saçma bir yalan attım. Kimsenin inandığını sanmıyordum ama meğersem karşımdaki gözler benden çıkacak en saçma şeyi bile kanun sayacak kadar korku içindeymiş. Elime tutuşturulan pamuklarla kulağımı silerken Celal Amca’ya Kargasekmez Adası’nda bu tarz yapılara benzeyen başka şeylerin olup olmadığını sordum ve o da bana adanın bazı yerlerinde uğursuz bellenen birkaç harabenin olduğunu söyledi. Adayı görmek istiyordum.

Celal Amca ile ertesi gün adaya geldik. Dün gece sergilediğim anormal hareketlerden dolayı başıma bir şey gelecek korkusuyla Remzi Çavuş da beni yalnız bırakmamıştı. Çamur ve kayalık dolu bu küçücük adada çok az kişinin yaşadığını görünce şaşırmadım fakat etrafta hiç çocuk göremedim, herkes yaşlıydı. Kimse benimle konuşmak istemiyordu, sanırım adada bir yabancı görmek onların hoşuna pek gitmemiş olacaktı. Fakat Celal Amca’nın tabiriyle “burada az konuşulur, herkes ölmeyi bekler” idi. Bunun beni teselli etmek için söylenen bir şey olduğunu düşünsem de içinde gerçekliğin yattığını sezebiliyordum. Güç bela konuşmaya ikna ettiğim bir teyze, ada ile alakalı bana şunları söyledi: “Kızım bizim köyü büyük ebemin zamanında üç harfliler basmış. O zamandan beri kadınlarımızın çocuk yapması zorlaştı, gebeyken ölenler mi dersin, doğururken ölenler mi dersin… hepsi yaşandı. Hele harp zamanı bi’ karı kocanın yaptıkları bizi mahvetmiş. O zamandan beri millet başka yerlere göçtü gitti, bizim gibiler de çoluk çocuksuz öylece yaşayıp gidiyoruz. Ben altı kere hamile kaldım altısında da düşük yaptım.” Karı koca anlatısına olan merakımı fark etmiş olacak ki, adanın kuzeyini işaret ederek “Şimdi sisten görünmüyor ama şu tepede mezarları var.” dedi. 

Ada’yı kabaca gezmeye devam ettim, burası hiç şüphesiz birkaç günde gizini ele verecek bir yer değildi. Karakola getirilen o taşın benzerlerini, anlamsız yazıları ve de Karadeniz’de eşine rastlamadığım insansı ahtapot imgelerini gördükçe, bir yanım buradan apar topar kaçmak isterken diğer bir yanım buranın cazibesine daha da bağımlı hale geliyordu. Ayrıca profesyonel bir ekiple adada başlatılacak çalışma, eminim bu coğrafyada bambaşka bir medeniyeti gün yüzüne çıkaracaktı. Bu amaçla elimden geldiğince potansiyel kazı alanlarının notlarını alıyordum. 

Yorulmaya başlamıştık, Remzi Çavuş dönmek istiyordu fakat teyzenin söylediği mezarlı tepenin önündeydik. Ayağımızın altında ezilen taşlar, havada peyda olan büyük kara bulutlardan yüz bularak koyulaşmaya başlamıştı. Çavuş hiçbir şey demeden tepeyi çıkmaya başladı. Şaşırdım. Biz de onun arkasından yol alırken etraftaki kör edici sisin azaldığına şahit olmayı beklemiyordum. Zirveye yaklaştıkça sis kaybolmuştu. Karadeniz’in çığlık atan dalgalarını duyamaz olmuştum, dün kulağıma yerleşen sesler tekrardan ortaya çıkınca bunun nedenini anlamıştım.

Mezarlarla aramızda on, on beş metre vardı. Remzi Çavuş sabredemeyip koşmaya başladı zirveye. Mezarlar arasında az bir mesafe kalınca aniden durdu. “Uçurum!” diye bağırdı ama ben kulağımdaki seslerden zar zor seçebiliyordum çavuşun söylediklerini. “Buranın ardı sarp uçurum. Gelmeyin!” 

Sırtı bize dönük olsa da hararetli nefes alışından dolayı sallanan vücudunu fark edebiliyordum. Kulağımdaki sesler gittikçe daha seçilebilir olmaya başlamıştı: “ph’nglui mglw’nafh cthulhu r’lyeh wgah’nagl fhtagn” 

Sözcükler zihnimin içinde tepinmeye devam ederken aniden dizlerimin bağı çözüldü, yere kapaklandığımı hatırlıyorum. Mezarın yanına gitmek istiyordum. O beni çağırıyordu. Yerde sürünmeyi denedim. Kısa bir süre sonra hiç ilerleyemediğimi, olduğum yerde yeni doğmuş bir bebek gibi debelendiğimi fark ettim. Ardından ilginç bir şey oldu. Zihnimdeki sesler bir anda tamamen kesildi. Kulağıma bir şeyin bir şeye sertçe ama yavaşça ve tokça çarptığını duydum. Kafamı mezara çevirdim. Çavuş kana bulanmış suratını salyalar eşliğinde mezar taşlarına vurmaktaydı, bunu ben görene kadar defalarca tekrarlamış olmalıydı. Hiçbir şey hissetmiyordum, çavuşun etrafa saçılan dişlerine ve kemiklerine adeta detaylarla dolu bir tabloyu incelermiş gibi bakakalmıştım. Bu manzarada O’nun tezahürünü iliklerime kadar hissettim. Çavuş dakikalar sonra kalan son enerjisiyle kendini uçurumdan aşağıya bıraktı. Çok hoşuma gitmişti, o ben olmalıydım. Bunu hala başarabilirdim. Sürünmeye devam ettim fakat beni durduran ve gözlerimin hastanede açılmasına sebep olan sert bir darbe yedim kafama. Dediğim gibi, Kargasekmez Adası’nı bulamıyorum. Eminim O’nun benimle başka planları var. 

———————

Zeliha kayıtlarda yer almayan Kargasekmez Adası hakkında yazdıkları sebebiyle belgede sahtecilik suçlarıyla akademiden atılır, yerel gazeteler bu haberi geçmez ve daha sonra bilirkişi raporuyla akıl sağlığının yerinde olmadığına karar verilir. ‘98 yılında komşusu ondan haber alamaz, yetkililer evine girer fakat Zeliha yoktur. O günden bugüne kendisi hala kayıptır. Bu olaylar, Miskatonik Üniversitesi Doğu Çalışmaları Enstitüsü tarafından yapılan araştırmalar sonucu tekrardan gündem olur, Matthew Gordon ve Duran Sümer işbirliğinde yazılan ve Miskatonik Üniversitesinin dergisinde yayınlanan “Kargasekmez Adası Özelinde Karadeniz’de Cthulhu Tezahürleri ve Türk Arkeoloğun Kayıp Anlatısı” başlıklı makaleyle tekrar gün yüzüne çıkar.

“KARGASEKMEZ” için 2 cevap

  1. Müthiş! Çok kısa fakat güzel. Sonundaki Miskatonic Üniversitesi alıntısına bayıldım. Devamını istiyorum, devamı ya da öncülü pekala yazılabilir. O karı koca ne yaptı mesela? Onların hikâyesi nedir? Cthulhu anlatısı Karadeniz’e nasıl geldi?

    Liked by 1 kişi

    1. Değerli yorumlarınız için teşekkür ederim. Hikayeyi oluştururken ana hatlarını belirlemiştik ama şimdilik Kargasekmez sırrını ve sessizliği sürdürmeye devam edecek gibi gözüküyor 🙂

      Beğen

samet acar için bir cevap yazın Cevabı iptal et