Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

ÖLÜMÜN KIRMIZI KAPISI

,

Okuma Süresi

5–7 dakika

Ali Kerim Tolga

Bir anda, sanki yeryüzünün canına okumak istercesine indirdi yağmur. Beş dakika önce tek bir bulut dahi yoktu gökyüzünde. Tüm çıplaklığıyla ışıldıyordu yıldızlar. Ne olduysa o beş dakika içinde oldu. Önce karanlık, boğulmak istercesine zifire teslim etti kendini. Sonra yağmur, o akıl almaz yağmur geldi. Gökten adeta dünyayı yaralamak istercesine, bir mermi gibi hızlıca indi toprağa.

Toprak önce şaşırdı fakat fazla uzun sürmedi bu şaşkınlık. Saniyeler içinde teslim oldu suya. Su ölüm getirmeye niyetliydi. En azından bunu belli etmişti. Tanrı’nın gazabı! Şimşekler izledi arkasını, örseliyordu birisi bulutları. Ölümdü bu, acımasızca güldü.

Bu felaket yaşanırken, camın karşısında duran koltukta uyuyakalmış olan kendini izliyordu. “Neden uyanmıyorum böyle bir felaket varken acaba” diye düşündü. Etraf toplu duruyordu. İşten gelmiş ve üzerini değiştirmeye fırsat bulamadan koltuğa bırakmıştı kendini. Camdan dışarı baktı bir süre. Kendi uyuyan varlığını hissedebiliyordu. Koltuğu hissedebiliyordu. Gözlerini kapattı. Gözlerini açmasına gerek olmadığını fark etti bir şeyleri görebilmek için. Hissederek her şeyi görebiliyordu. Bu, aşırı derecede korkuttu onu. Gözlerini tekrar açtığında fırtına durmuştu. Evin içinde sotelenmiş mantar kokusu vardı, anlamlandıramadı. Dönüp kendine baktı, hala uyuyordu aynı yerde. Kabus görüyor olmalıydı, başka mantıklı bir açıklama getiremiyordu. Geçen gece gördüğü kabusu anımsadı, orada da fark etmişti kabus gördüğünü ve kendini uyandırmayı başarmıştı. Aynı şekilde bir durum olmalıydı bu. Bir süre bekledi. Ona üç yılmış gibi geldi bu beklediği süre ama gerçekte ne kadar beklediğini anlayamıyordu. 

Kadın rüya görmediğini anladı. Dehşet bir titreme hissetti içinde; dönüp tekrar bedenine baktı, aynı şekilde duruyordu. “Öldüm” diye düşündü. Nasıl olduğunu bilmiyordu. 32 yaşında, çok sağlıklı sayılmasa bile öğün atlamadan beslenen, haftada en fazla üç gece şarap içen, sigarayı azaltmış, yalnız başına yaşayan ve uykuları düzenli biriydi. Bundan çok daha kötü şartlarda yaşayıp, yüksek tansiyon, şeker gibi hastalıklarla boğuşan ama vücuduna hala hor davranan insanları şahsen tanıyordu. Ölüm bu kadar haksız davranmış olamazdı.

Ailesinden yalnızca annesi hayattaydı. Onu düşündü bir süre, inanılmaz bir sızı hissetmeye başladı. Cenazesinde acılar içinde ağlayıp, birkaç doz sakinleştirici iğneyle onu mezarlığa getiren akrabaları canlandı hayalinde. Son zamanlarda çok iyi değildi annesi ile arası, çoğu zaman kadından nefret ediyordu fakat yine de seviyordu onu. Fırsat bulduğu zaman onunla baş başa vakit geçirmeyi, onu tatile götürmeyi planlıyordu. Annesi zamanında onun için birçok fedakarlık yapmıştı ama o bunların hiçbirinin karşılığını tam olarak verememişti, vicdanı bu konuda hep rahatsızdı. Bu vicdan azabı şimdi onu bir ahtapotun avını yakalayıp sekiz koluyla birden boğarcasına kaçmasını engellemeye çalışması gibi sarmıştı. 

Tekrar bedenine baktı, aynı şekilde koltukta duruyordu hala. Yapmak istediği hemen hemen her şeyi hayatta ertelemesi gerekmişti. Yapabileceklerini dahi bir bahane bulup ertelemişti. Organlarının hepsini bağışlamak istiyordu, basit birkaç internet işlemi ile halledebilirdi ama bunu da ertelemişti. Öldükten sonra gömülmek istemiyordu, ölü bedenine sıkı sıkıya sarılmış kefenin içine girmek istemiyordu. Yakılmak ve küllerinin toprağa serpilmesini istiyordu, bu fikrinden kimsenin haberi yoktu ve bu işlemleri yapmayı da ertelemişti. Bütün ertelediği şeyleri düşündükçe, kızgın korlardan oluşan bir yolda, çıplak ayaklarıyla yürürcesine acı çekmeye başladı.

Zamana ve mekana hakim olamıyordu. Zaman ve mekan o mu olmuştu, yoksa bu boyutlarda kendi isteği dışında sürükleniyor muydu? Bedeni nereye giderse o da bedeninin peşinden sürüklenecek miydi? Şimdilik odadaydı, aniden gelen fırtına ardında tek bir hasar bırakmadan geldiği yönün aksine doğru yok olmuştu. Gerçekten hiçbir hasar bırakmamış olabilir miydi? Bedenini orada bırakıp başka yere gitmek istiyordu. Bir vücudu yoktu. En azından kendi görebildiği bir vücudu yoktu fakat hareket edebiliyor ve etrafını hissedebiliyordu. Dairesinden dışarı çıktı. Koridor kendi bildiği ve her gün gördüğü koridor değildi. Ona benziyordu ama o değildi. Her taraf kül grisiydi, duvarlarda dondurulmuş hayvan uzuvları vardı. Koridor sonu görülmeyen bir düzlem boyunca uzanıyordu ve uzuvlar asimetrik olarak yerleştirilmişti. Keskin bir naftalin kokusu vardı havada. Ölmüş olduğu halde kokuları hala algılayabiliyor olması tuhafına gitti. Koridorda ilerlemeye başladı. Asılı hayvan uzuvları yerini kurumuş etlere bıraktı. Koridor kül renginden bordonun tonlarına dönmüştü. Ölümün renginin siyah olması gerekmez miydi? Ne kadar zamandır bu koridorda olduğunu bilmiyordu. Geride bıraktığı bedenini düşündü. Ani bir endişe bütün benliğini sardı. Eğer bir bedeni olmuş olsaydı bu endişe duygusu onun bedenini lime lime etmeye yetecek güçteydi. 

Ne kadar zamandır bu koridorda yürüdüğünü bilemiyordu. Beş saniye de olabilirdi, beş ay da olabilirdi. Geriye dönmeye karar verdi, yeterince acı çekiyordu. “En azından bedenimin yanında durmalıyım” diye düşündü. Geriye baktığı zaman koridor yine sonsuzluğa uzanıyordu. Bu kadar ilerlemiş olamazdı. Hızlanmaya çalıştı fakat yapamıyordu. Bir süre geldiği yöne doğru ilerledikten sonra karşısına bir kapı çıktı. Demin yürürken orada değildi, olsa mutlaka görürdü fakat emin olamıyordu. İçeri girip girmemek arasında kaldı bir süre. İçini karşı koyulmaz bir merak sardı ve kapıdan içerdi girdi. İçerisi sıkışık raflarla dolu, bir insanın dahi yan dönerek ilerlemek zorunda kalacağı kadar sıkışıktı. Rafların hepsi kitaplarla doluydu. Kitapların hepsi tek renkti ve üzerlerinde yazı yoktu. Keskin küf kokusu vardı içeride. Odadan çıkmak istedi, arkasını döndüğü zaman kapı yok olmuştu. Korku kaplamıştı her tarafını, sanki oda her tarafından sıkışmaya başlamış gibi geliyordu ona. İçinden bir ses “Kitapların içine bak” dedi ona. Bütün bu kalabalık kitapların arasında birisi adeta parlıyordu. İlk olarak onu okumasını istiyordu sanki. Kitabın bu isteğine boyun eğmek zorunda kaldı. Bir bedeni yoktu, nasıl eline alıp okuyacaktı? Kitabın önüne doğru yaklaştı. Kitabın içinde olanları hissedebiliyordu. Kitabın kapağında “İlk” yazıyordu. Hikayeyi daha ilk paragraftan tanıdı, kendi hikayesiydi ve ilk günahını anlatıyordu. Yaptığı işin neden olduğu diğer sonuçlardan bahsediyordu. O anın bütün anıları ve diğer yaşayan her şeyi nasıl etkilediğini, farklı açılardan çekilmiş bir film izliyormuş gibi canlandırdı gözünde. Canı yanıyordu. Bedeninden -bir bedeni yoktu- etlerini koparıyorlardı hem de o tamamen uyanıkken. Kapalı kaldığı odanın içinde raflar kitaplarla doluydu. Şimdi bir başka kitap onu çağırıyordu yanına, yine boyun eğmek zorunda kaldı.

Anılarla dolu, küf kokan, acı veren ve onu ızdıraplara boğan bu kütüphanede ne kadar kaldı bilmiyordu. Bütün kitapları okumuştu. Son kitap bittikten sonra bir kapı görüp odanın içinden çıkmıştı. Bir koridora açılıyordu. Bu kütüphaneye girerken bir koridorda olduğunu anımsadı. Çok uzun zaman geçmiş olmalıydı. Araf dedikleri yer bu muydu yoksa? Koridor ona yabancı geldi, önceden bu şekilde değilmiş gibi anımsıyordu. Her tarafta sivri buz sarkaçları vardı. Soğuk olması gerekirdi fakat o hiçbir şey hissetmiyordu. Bir zamanlar bir yerde bir bedeni olduğunu hatırladı. Annesi için endişelendiği zamanları anımsadı. Ölüme alışmıştı artık. Yaşamanın nasıl bir şey olduğunu unutmuştu bile. İstemiyordu da yaşamak, bir sürü pişmanlık ve yapamamışlık hissi geride kalmıştı. Acı hissetmediğini fark etti. Gerçekten kütüphaneden çıktığından beri canı yanmıyordu. İçerisi bir felaketti. Geçmişti artık. Sadece koridorda ilerlemesi gerekiyordu, tek yapabildiği buydu. 

Bir zaman düşüncesizce yol aldıktan sonra önüne başka bir kapı çıktı. Bu sefer kapı kendiliğinden açılmıştı, içeriden kırmızı bir renk buzdan olan koridora yansıyordu. Girmekten başka çaresi var mıydı? İlk kapıdan içeri girip çıktığı zamandan şu ana kadar geçen sürenin dört bin yıl olduğunu asla anlayamadı. Önünde usulca açılan ikinci kapıdan içeriye girdi.

Yorum bırakın