
Zeynep Ökmen
İnsanın kaderi bazen, kendi gövdesini taşıyamayacak kadar ağır bir taşın altında kalmaktır. O taş; hayal kırıklıklarının, yitip giden sevdaların, kendi içimizde kaybettiğimiz savaşların taşıdır. İnsan, bir gün gelir ve o taşın altında ezilmekle ayağa kalkmak arasında karar vermek zorunda kalır. İşte “yeniden başlamak” dediğimiz şey, bu taşın altında nefes almak için göğsünü parçalarcasına derin bir soluk çekmektir.
Her şeye rağmen yeniden başlamak, hayata duyulan kör bir inanç değildir. Aksine, hayatın acımasızlığını tanımış, kendi yenilgilerinin tadını dilinde hissetmiş bir insanın iradeyle verdiği karardır. Psikolojide buna “direnç” derler; felsefede ise belki bir “yeniden varoluş” denir. Ama adının ne olduğunun önemi yoktur; asıl mesele, insanın kanayan yanından hâlâ yaşam fışkırabileceğine inanmasıdır.
Bir çocuk gibi değil, bir mağlup gibi başlarız yeniden. Çocuk masumiyetle, mağlup bilgelikle bakar dünyaya. Yeniden başlamak, saf bir umut değil; bilerek ve isteyerek yeniden yanmayı göze almaktır. Çünkü insan, yanmadan aydınlanamaz. İnsanın ruhu, tıpkı külün içinden doğan kıvılcım gibi, karanlığın ortasında kendini yeniden yakar.
Bazen “bitti” sandığımız yerde aslında ilk defa başlamışızdır. Çünkü bitiş, zihnin kurduğu bir yanılsamadır; ruhun derinliklerinde hiçbir şey tam anlamıyla bitmez. Orada hep bir “devam” vardır. Yolda devrilen bir ağaç gibi görünür insan, fakat kökleri hâlâ topraktadır. Ve kök, toprağa tutunduğu sürece yeniden filiz vermek mümkündür.
Yeniden başlamak, kendini kandırmak değil; kendini aşmaktır. İnsanın kendi gölgesinden kaçamayacağını bilmesi ama yine de güneşi aramaya devam etmesidir. Bu yüzden her yeniden başlangıç aslında bir meydan okumadır. Dünyaya değil, kendimize: “Sana rağmen, senin ağırlığına rağmen, ben yeniden var olacağım!”
Ve işte o an, insanın en sahici anıdır. Çünkü insan gerçekten ancak o zaman vardır: yaralarıyla, kırıklarıyla, eksikleriyle… ve yine de ayağa kalkarak.





Yorum bırakın