Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

SAHİR RÖPORTAJ: HENRY THE LEE

,

Okuma Süresi

6–10 dakika

Röportajı Hazırlayan: Abdullah Emre Aladağ

Bu sayımızda Henry The Lee ismiyle bilinen müzisyen ve sanatçımızla beraberiz.

A.E.A.: Merhabalar, röportaj teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz. Bazı eserlerinizin isminde sanki birbirleriyle bağlantı var gibi… Özellikle “Canavarın Ninnisi” ve “Canavar Seninle İlgilenecek Yaralarını Saracak” isimli parçalar. Kim yahut nedir bu canavar?
H.T.L.: İnsan kurgu, canavar gerçek. Basitçe böyle cevaplayabilirim aslında ama sorunun hak ettiği cevap bu değil.
Canavar biziz. Benliğimiz, varlığımız. Canavar, sosyal kimliğimizi oluşturabilmemiz için kendini geri çeken, mutlu olabilmemiz için kendinden vazgeçen fedakar yanımız. Çok fazla şey beklemeden içimizde bir köşeye kıvrılıp, sadece ihtiyaç duyduğumuzda müdahale eden, iç sesimizin sahibi. “Dur biraz, yoruldun.” diyen, “Buna mecbur değilsin.” diyen, “E öpsene artık!” diyen, zaman zaman gelen ani parıldamalarımızın azmettiricisi. Tamamen serbest bıraksak çok daha iyi olacağımızı ama mutlu olmayacağımızı bilip kendi kendini zincirleyen kahramanımız. Birini görür görmez veya duyar duymaz tanıyan o pis sırıtışın sahibi. Olacakları önceden bilen ama yine de yaşamamıza izin veren derindeki his. Büyük bir pişmanlığın ardından gelen gülme isteğimizin kaynağı. Canavarlarımız, toplumun veya topluluğun çoğu zaman mecburiyetten doğan ama yine de aptalca kurallarından bağımsız oldukları için birbirlerini çok daha kolay tanırlar. Başkasının canavarı da senin onunla ilgili hissettiklerindir çünkü kendi canavarın içeriden fısıldar “Bunu istiyoruz” veya “Bunu sevmiyoruz” diye. Herhangi bir insanın herhangi bir işi (dans ediyordur, müzik yapıyordur veya dokunuyordur sadece) çok büyük bir tutkuyla, şiir gibi yaptığını gördüğün o an bakakalırsın ya. İşte o, kontrolü ele geçirmiş bir canavarı gördüğün andır. Bakakalırsın çünkü senin canavarının da kontrolü ele geçirip geçirmemeye karar vermek için birkaç saniyeye ihtiyacı vardır.
Canavar bizimle ilgilenir, yaralarımızı sarar, ninni söyler, bizi sevmeye hazır hale getirir. Ama biz hep başkalarını severiz.


A.E.A.: Parçalarınızı dinlediğimizde gerek müzikal alt yapı olsun gerekse de sözleri, insanı yaşanmışlıklarına, kırgınlıklarına götürüyor. Adeta dinleyen ile bağ kuruyor. Dinleyen sanatçının onu tanımadan anladığını düşünüyor. Beste yaparken ya da söz yazarken sizi besleyen damar yaşanmışlıklarınız mı?

H.T.L.: Ben, yazmaya çalışmıyorum kendiliğinden oluyor. O yüzden yaşadığım şeylerin etkisindeyken yapabiliyorum sadece. Şarkı yapmak benim acı çekme şeklim. Düşünmemem gereken bir şeyi düşünüyorum, hatırlamamam gereken bir şeyi hatırlıyorum… Bazen de mutlu olabildiğime şaşırırken oluyor. Duyguları çok yoğun yaşıyorum. Ve yoğun duygular, eğer dışarı atmazsanız yıkıcı oluyorlar. Hani kaldıramayacağın bir acı hissettiğinde beyin bilinci kapatır, bayılırsan ya. Sanki ben iyi veya kötü bir duyguyu kaldıramayacağım kadar yoğun hissettiğimde, canavar kontrolü ele alıyor ve onu kaldırabileceğim bir formata çeviriyor. Kendi yaşadıklarımı, ilk kez duyarmış gibi dinliyorum. Bu bana iyi geliyor. Yalnız olmadığımı hissettiriyor.

A.E.A.: Teklilerinizin kapak tasarımlarına baktığımızda epey bir dikkatimizi çekti ve etkilendik doğrusu. Yer yer gotik, fantastik ve sürreel dokunuşlar var çizimlerde. Bu çizimleri seçme sebebiniz nedir? Var mı bu tasarımların bir hikayesi?

H.T.L.: Kapak tasarımlarımı Gamze yapıyor (eşim). O benim en büyük şansım. Hep yanımdaydı. Beni sevmiyorken bile kapaklarımı tasarladı 🙂 Eskiden yeni bir şarkı yaptığımda kapak için aklımdaki fikri Gamze’ye söylerdim, kendi yorumuyla aklımdakinden çok daha iyisini yapardı. Artık söylemiyorum bile. Sadece şarkıyı dinletiyorum ve harikalar yaratmasını bekliyorum. Bu çok konforlu bir his. O olmasaydı şarkılarım hep yarım kalırdı. Kapak önemli çünkü. Söylenmemiş yeni bir şey eklemeli hikâyeye.
Bir şarkının kapağı da sevgili Tuğçe Sarıdede’ye ait (beni temsil etmiyorsunuz, beni hayal bile edemezsiniz). Şarkıyı kaydederken denk gelmiştim o resmine. Görür görmez sanki bu şarkı için yapılmış gibi hissetmiştim. Tuğçe Hanım’a da teşekkür etmiş olayım tekrar.

A.E.A.: Beste ve güfte çalışması yaparken sizi en derinden sarsan çalışmanız hangisi ya da hangileri?

H.T.L.: Takip edenler bilecektir, 28 Aralık 2020’de bir tweet atmıştım “yeni şarkı ağlamadan söyleyemediğim için gecikti” diye. “Bir İpe, Bağlanmayı Öğretmek” beni gerçekten sarsmıştı. Ayakta söyleyemedim bacaklarım titredi, odanın ortasında çöküp yere oturdum denedim, mikrofonu yere koyup tam ağzıma denk gelecek şekilde yanına yattım ve kıvrana kıvrana defalarca tekrar tekrar söylemeye çalıştım. Sanki söyleyebilsem bitecekti ve rahatlayacaktım. Zaten tam anlamıyla çöktüğüm bir dönemdi. Aslında şarkı o kadar kolay ortaya çıktı ki söz ve müzik kendiliğinden, aynı anda, tek seferde. Sonra, vokal kaydına başladığımda… O anı yaşadık hepimiz. Bir an durup “ne yaşıyorum ben” diye düşünürsün ve yüzün, ortasına sigara basılmış bir fotoğraf gibi içten dışa yanmaya başlar. Elindeki halat avucunun içinden öyle hızlı kaymaya başlar ki tutmaya çalışsan ellerin parçalanacak. Bilirsin ve hiçbir şey yapmazsın. Sadece halatın kayışını hissedebilirsin.

Önceki sorulardan birinde demiştim ya bir duyguyu kaldıramayacağım kadar yoğun yaşadığımda canavar kontrolü ele alıp onu kaldırabileceğim bir forma sokuyor diye. Canavarımı hiç bu kadar vazgeçmeye yakın görmemiştim
Ama ne garip ki şimdi bakınca mutlu bir şarkı o.

A.E.A.: İsim seçiminiz de çok dikkat çekici ve oldukça karizmatik. “Henry The Lee.” Bu isim nasıl ve ne şekilde ortaya çıktı?

H.T.L.: Nick Cave ve P. J. Harvey düeti “Henry Lee.” Çok severdim onu. Benim şarkımdı. Nick Cave ile P. J. Harvey şarkıyı söylerken sevgiliydiler ve o kadar güzel görünüyor, o kadar güzel söylüyorlardı ki ben de yaşamak istiyordum onu. Birlikteyken farklıydılar.
O kadar sahiplenmiştim ki biri beni mutlu etmek istediğinde Henry Lee çalardı. Zamanla bana da öyle seslenmeye başladılar. Spotify’a ilk şarkımı Henry Lee olarak yükledim ama bu isimde bir sanatçı zaten varmış. Ben aynı isimle yükleyince şarkım onun diskografisinde çıktı. Adamın da Henry Lee ile o kadar alakası yoktu ki çok sinir olmuştum. Neyse, mecburen başka bir isim bulmam gerekti ama kendiminkinden de vazgeçemedim. Henry the Lee oldum.
Aslında pazarlama açısından, profesyonel açıdan doğru bir isim tercihi değildi. Birçok insan ne bilsin Henry Lee’yi. Önyargılı olacaklardı ve dinlemeyeceklerdi, bunu biliyordum. Öyle de oldu. Birkaç kişi bana yazdı bununla ilgili. Ama ilk günden beri böyle şeyleri hiç umursamadım. Önemli olan buna rağmen başarmak. Böyle aptalca meydan okumaları seviyorum, elimde değil.


A.E.A.: “Keşke Beni Daha Az Anlayıp Daha Çok Sevseydin” ve “Keşke Beni Daha Çok Anlayıp Daha Az Sevseydin” kısa monologlar barındıran ve yoğunluklu enstrümental parçalar. Ama bir bütün gibiler. Sanki bir kadın, bir erkek çiftin birbirine söylemek isteyip de söyleyemedikleri bir çift beste haline gelmiş gibi. Cümlelerin her ikisi de vurucu. Bu iki şarkı, bir yerde tüm yarım kalmış çiftlerin ağıdı olabilir mi?

H.T.L.: Yarım kalmamış çiftlerin ağıdı olabilse daha çok hoşuma giderdi. İkinci şarkıyı Gamze söylüyor.

Bu aslında benim şunu fark etmemle ilgili sanırım: bir ilişkide karşındakine kendi ihtiyaç duyduğun şeyi verip bunun işe yaramasını beklemek bencilce bir hata. Çiftler birbirlerine ne kadar benzerlerse benzesinler, ihtiyaçları veya öncelikleri tamamen zıt kutuplarda olabiliyor. Yani birini sevilmek istediğin gibi sevmek yeterli değil. Hatta evet, bencilce. Ben de yaptım bu hatayı, bana da yapıldı. Ben de acı çektim, acı da çektirdim. Daha az anlayıp daha çok da sevseydi, daha çok anlayıp daha az da sevseydim.
İlk şarkıda kendi acımdan bahsediyorum ve kendi beklentimi ortaya koyuyorum. İkinci şarkıdaysa karşımdakinin benzer duygularla bambaşka bir acı çektiğini ve bambaşka bir beklentisi olduğunu anlıyorum aslında. Tek tek söylediğinde yıkıcı şarkılar söyleyen için de dinleyen için de. Ama bir aradayken, tamam acıyı inkâr etmiyoruz ve düzelmeyecek ama birbirimizi anlayıp sevebiliriz. Bu sebeple bu iki şarkının birbirini dengelemesi gerekiyor. Daha iyi omak için değil ama birlikte acı çekebilmek için.


A.E.A.: Sanatınızı icra ederken gerek söz yazımında gerekse de bestelerken sizi bu yola iten, müzik tarzınızı oluşturan sanatçılar ve müzisyenler kimler?

H.T.L.: Nick Cave’yi severim. Varoluş tarzını ve bu varoluşta bahsettiği şeyleri seviyorum. Henry Lee hikayesi malum zaten. P. J.’yi de severim. Nick Cave’nin o şiirsel duru anlatısıyla P. J.’yin saf acısının birleşimi beni asıl öldüren karışım. Acıyı ancak ona alışkın olanlar güzel ifade edebiliyor. Diğerleri, alışık olmadıkları için haykırıyorlar sadece.
Müzik tarzımı oluşturduğunu söyleyemem ama. Onlar gibi şarkı yapmak istemezdim, onu kendileri yapıyor zaten. Kendi tarzımı ben bile bilmiyorum. Bir başkasınınkine benzese hayal kırıklığına uğrardım.
Yerli sanatçıları ancak ters örnek alabiliyorum. Ne yapmamam ne olmamam gerektiği konusunda faydalılar. Bizde herkes yalan, hepsi aynı. İçini bildiğin insanın müziğini örnek alamıyorsun.

A.E.A.: Günümüz müzik piyasasının hali ortada. Seri, bant üretim ve birbirinin benzeri hit şarkılar pazarı sürklase etmiş durumda. Böyle bir ortamda içten, insanın karanlığına ışık tutan ve içine işleyen işler ortaya çıkaran bir sanatçı olarak neler söylemek istersiniz?

H.T.L.: Bu sorunun girişini önceki sorunun sonunda yapmış oldum zaten. Şimdi daha fazla gaza gelip yanlış bir şey söylemek istemem. Bu konularda konuşurken bir yerde durup kendimi dinliyorum ve ahkam kesiyormuşum gibi geliyor kulağıma.

Ben kendi duygularımı, yaşadıklarımı anlatıyorum ve beni anlayan insanların varlığını gördükçe mutlu oluyorum. Yoksa iyice kapanıyorum, insan içine çıkmakta zorlanmaya başlıyorum, herkes başka bir gezegendenmiş gibi geliyor. Siz güç veriyorsunuz bana. Bir avantajım var: daha fazlasını istemiyorum. Daha fazla kazanmak, daha ünlü gibi yaşamak, sokakta yürürken tanınmak istemiyorum. Ben sadece evden çıkarken endişelenmemek istiyorum.
Evet müzik sektörü ile ilgili söyledikleriniz doğru ama ben artık şöyle bakıyorum: en nefret ettiğiniz müziği dinleyen tüm insanların bir gün vazgeçip en sevdiğiniz grubu dinlemeye başladığını hayal edin. O zaman sorununuz daha büyük olmaz mıydı? Sevdiğiniz gruptan da soğurdunuz, kendinizden de şüphe ederdiniz. Bana öyle olurdu. O yüzden kim ne yapıyorsa yapsın, kim ne dinliyorsa dinlesin, müzik nereye gidiyorsa gitsin. Biz buradayız. Birbirimize yeteriz diye umuyorum. Siz bana yetiyorsunuz.


Son olarak, teşekkür ederim. Temel soruları yaratıcı ve ilgili sorulara öyle bir yedirmişsiniz ki hiç sıkılmadım. Alışkanlıktan sürekli “Şimdi bir klişe gelecek…” diye bekledim ama hiç öyle olmadı ve aktı gitti. İşini içtenlikle yapan insanlarla karşılaşmak her zaman bir zevktir. Ben de içtenlikle cevap verebildim böylece.


A.E.A.: Röportaj için biz teşekkür ederiz, umarız şarkılarınızla ruha ve yüreğe dokunmaya, dinleyenlerin notalarla ve sözlerle elinden tutmaya devam edersiniz.

Yorum bırakın