Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

HİÇ DESTANI

,

Okuma Süresi

2–3 dakika

Merve Senem Tolga

(Bir varmış bir yokmuşun, yokmuş tarafı)
Bazen kendimi bir boşluğun duvarına yaslanmış, varla yok arasında esneyen bir gölge gibi hissediyorum. Ne görünürüm, ne de tamamen silinmişimdir. Sanki dünyayla aramda incecik bir tül perde var; herkesin konuştuğu bir odada, ben başka bir dilde susuyorum.
O kadar çok sustum ki, sesim kendi içime çarpıp yankılanmayı bile unuttu. Sustukça ağırlaştım, ağırlaştıkça görünmez oldum, görünmez oldukça büyüdüm. Ve sonunda içimde bir hiçlik büyüttüm, adı konmamış bir evlat gibi: sessiz, sahipsiz, ama tamamen bana ait.
Hiçlik, ilk başta bir son gibi gelir insana.
Ama aslında bir başlangıçtır.
Çünkü hiçbir şey olmayan yerde, ilk kez gerçekten bir şey olma şansı vardır.
Ve ben, o hiçlikte kendime bir oda kurdum.
Duvarlarını suskunlukla ördüm.
Tavanını kırgın bakışlarla kapladım.
Yere ise kelimelerden halılar serdim.
İçine oturdum ve düşündüm:
“Bu mu hayat? Böyle mi yaşanır?”
Ve cevabı kimse vermedi.
Ben de vermedim.
Sadece kaldım.
Kaldım çünkü gitmek, bir yere varmak anlamına gelmiyordu artık.
Zaten gidecek yerim yoktu; içim dışında.
İçimde ise sonsuz bir çöl vardı.
Kum taneleri, geçmişten kalma anı kırıklarıydı.
Her adımda biri ayağıma batıyor, her batışta bir anı daha sızıyordu.
Bazen o çölü aşabileceğime inanıyordum.
Bazen de, o çölün ta kendisi olduğumu kabul ediyordum.
Ben bir destan yazmadım.
Ama her sabah gözlerimi açtım.
Aynı tavan, aynı duvar, aynı yalnızlık…
Her gün yeni bir düşüş, her gün yeni bir kalkış.
Ama her kalkış, biraz daha az kendim olarak.
Sanki bedenimle değil de, içimdeki hayaletle uyanıyordum.
Hayalet hâlimle kahvemi yapıyor, hayalet hâlimle gülümsüyor ve sonra yine o görünmezliğe karışıyordum.
İnsanların bakışları üzerimden kayıyor, adeta göz ucuyla geçilen bir figür gibi yaşıyordum.
Ve tüm bunlara rağmen, içimde küçük bir ses vardı.
Susturamadığım, bastıramadığım, terk edemediğim o ses.
“Yine de kalk,” diyordu.
“Yine de dene.
Yine de yaşa.”
O sesi hiçbir zaman alkışlamadım.
Ama hep dinledim.
Çünkü o ses bendim.
Dışarıdan bakıldığında sıradandım belki:
Bir kadın, bir insan, bir hiç.
Ama içimde çağlayanlar vardı.
Dağlar gibi yıkıldığım, ama kimsenin duymadığı anlar…
Birinin yokluğuyla çöken evler, bir kelimeyle yeniden kurulan kendilikler…
Her şey içimde, ve hiçbir şey dışımda.
Sanki varlıkla yokluk arasındaki ince ipte cambazlık yapıyordum.
Düşsem de, bağıracak kimsem yoktu.
O yüzden düşmemek değil, sessiz düşebilmekti marifetim.
Birileri için küçük, önemsiz, sıradan olan şeyler…
Benim için hayatta kalma ritüelleriydi.
Bir bardak su içmek, yüzüme soğuk su çarpmak, kendimi “bu da geçer” diye kandırmak…
Bir tür dua gibiydi. Bazen Tanrı’ya, bazen sadece kendime…
Ve sonra, bir gün fark ettim:
Ben bu hiçliğin içini kendimle doldurmuşum.
Acılarımla, susuşlarımla, düşüncelerimle, yalnızlıklarımla…
Bir boşluğu doldurmak kolay değil.
Ama dolan boşluk, bir zaman sonra eve dönüşür.
Ve ben, bu boşlukta kendime ev kurdum.
Kırık camlardan ışık sızıyor, çatlak duvarlardan şiir akıyor, ve kalbim hâlâ atıyorsa, bu destan yazılmaya devam ediyor demektir.
Hiç olmak bir utanç değil artık benim için.
Hiç olmak bir seçim bile değil, bir hakikat.
Ben hiçtim.
Ve bu hiçlikten bir ben yarattım.

Yorum bırakın