
Yazan: H. P. Lovecraft
Çeviren: Abdullah Emre Aladağ
Zeminin altına bakanlar için, bu mevcut evrensel muharebe birden fazla insan bilimsel gerçeği çarpıcı şekilde ortaya koyuyor ve bu gerçeklerden hiçbiri insanlığın ve içgüdülerinin başlıca değişmezliğiyle ilgili olandan daha derinlikli değildir.
Dört sene evvel medeni dünyanın büyükçe bir kısmı, bir anlamda mevzubahis Dünya Savaşı’nın kapsamından ve süresinden sorumlu tutulabilecek bazı biyolojik yanılgılar içindeydi. Pasifizmin* ve diğer zararlı sosyal ve siyasi radikalizm** türlerinin temelini oluşturan bu yanılgılar, insanın zihinsel manada ilkel içgüdüsü ve hırçınlığına yenildiği çağlar öncesi durumunu aşabilme ve yaptıklarıyla uluslararası yahut ırklar arası ilişkilerini mantık ve iyi niyet zemininde yürütme kapasitesi ile ilgiliydi. Böyle bir kabiliyete olan bir inanışın bilime aykırı ve çocuksu bir saflık olması ise konunun dışındadır. Gerçek şudur ki, mevcut Anglo-Sakson dünyamız da dahil olmak üzere dünyanın en uygar kesimi, askeri teyakkuzu gevşetecek, onurlu noktalara vurgu yapacak, anlaşmalara güvenecek ve kudretli ve acımasız bir ulusun dünya çapında yağma ve katliam için yaklaşık elli yıl boyunca kontrolsüz ve şüphesiz hazırlık yapmasına izin verecek kadar bu düşüncelere sahipti. Ektiğimiz basitliğin hasadını biçiyoruz.
Geçmiş geride kaldı. Eski aptallıklarımızdan ancak pişmanlık duyabilir ve göz göre göre büyüyüp gelişmesine izin verdiğimiz Trans-Renane*** canavarına karşı ölümüne bir haçlı seferi ile bu pişmanlığımızı ancak telafi edebiliriz. Nitekim gelecek daha çok sorumluluk gerektiriyor ve dört yıldır akan kanın zar zor yok edebildiği barışçıl hayallerin yeniden ortaya çıkmasına karşı hazırlıklı olmalıyız. Kısaca, duygusallığı sonsuza kadar bir kenara bırakmayı ve insan türüne yalnızca bilimin soğuk ve ruhsuz gözleriyle bakmayı öğrenmeliyiz. İnsan denilen hayvanın özünde yatan vahşeti kabul etmeli ve millî yaşam ve savunmanın daha kadim ve yıkılmaz ilkelerine geri dönmeliyiz. İnsan doğasının, insan olarak kaldığı sürece hep aynı kalacağını; medeniyetin, mutlak canavarın onun perdesinin altında daima bir tavşan uykusunda uyuduğu ve her zaman uyanmaya hazır olduğu gerçeğini anlamalıyız. Uygarlığı korumak adına, yalnızca gerçek biyolojik ilkelerden faydalanarak, yabani unsurla bilimsel olarak ilgilenmeliyiz. Kendimizi, insanlığı değerlendirirken ahlakı ve toplum bilimini çok fazla, doğa tarihini ise çok az düşünüyoruz. İnsan fizyolojisinin en ufak bir değişikliğe uğramadığı kadar kısa bir süre olan tarihsel varoluş döneminin, kayda değer bir zihinsel değişime izin vermek için yetersiz olduğunu anlamalıyız. Antik Mısırlılar ile Asurluları yöneten içgüdüler, esasında bizi de yönetmektedir ve eskiler nasıl düşündüler, kavradılar, savaş verdiler ve kandırdılarsa biz modern insanlar da aynı şekilde düşünmeye, kavramaya, savaş vermeye ve kandırmaya devam edeceğiz içten içe. Değişim, sadece yüzeyseldir ve göze dokunur.
İnsanlığın bilinmezlere yönelik hürmeti, zihinsel yapısına ve içinde bulunduğu şartlara göre değişir. Belirli düşünce ve terbiye modelleriyle muntazam bir şekilde geliştirilebilir ancak her zaman bir sınırı vardır. Yüksek kültürlü bir insan ya da bir millet, örf ve ananelerin ve itibarın çizdiği sınırları büyük ölçüde benimseyebilir ancak belirli bir sınırın ötesinde ilkel istenç veya arzu dizginlenemez. İştahla arzulanan herhangi bir şeyden mahrum bırakılan birey ya da toplum, sadece bir süreliğine bunu tartışacak ve uzlaşma isteyecektir. Sonrasında, o temel, zorlayıcı güdü yeterince güçlüyse, her kuralı bir kenara atıp çiğneyecek ve kabullenilmiş her engeli ve tabuyu yıkacak, arzulanan şeyin peşinden hunharca dalacaktır. Bu seferki kırılma, daha evvelki baskılama ve terbiye etme gayreti nedeniyle daha da fantastik ve vahşice gerçekleşecektir. İnsanın karar alma sürecindeki tek nihai etken fiziksel kuvvettir. Bu düşünce ne kadar iğrenç ve ilkel gözükse de kendimizi ve kazanımlarımızı korumak istiyorsak bunu öğrenmek zorundayız. Bunun dışında herhangi bir şeye güvenmek yanlış olur ve yıkıcı sonuçları vardır. Günümüzde ara sıra duyulan ve mevcut düşmanlıkların sona ermesinden sonra silahlanmanın sürmesini kınayan sesler tarifi olmaz bir şekilde tehlikelidir.
İnsanoğlunun tabii içgüdülerine dair bilimsel gerçeğin özel tespiti ve uygulaması, savaş sonrası uluslararası bir programın benimsenmesiyle bulunacaktır. Açıkçası, ilkel alt yapıyı dikkate almalı ve kültürün, baskıya ve çatışan hırslara karşı dayanabilmesine vesile olacak yöntemlerle desteklenmesini sağlamalıyız. Hayal kırıklığına uğramış diplomasi, bolca silahlanma ve evrensel eğitim tek başına bir çözüm bulacaktır. Bulunacak bu çözüm mükemmel olmayacaktır elbette, çünkü insanlık mükemmel değildir. Savaşı ortadan kaldırmayacaktır çünkü savaş, insan eğiliminin doğal bir ifadesidir. Ancak en azından sosyal ve politik koşullarda yaklaşık bir istikrar sağlayacak ve onu oluşturan kısımlardan herhangi birinin açgözlülüğünün tüm dünyayı tehdit etmesine engel olacaktır.
Dipnotlar:
* Pasifizm: Gerekli haller dışında savaşa karşı olan bir ideoloji
** Radikalizm: Herhangi bir ideolojinin uç noktada evrilmiş hali, bir çeşit ideolojik aykırılık.
*** Trans-Renane: Genellikle ticaret, ulaşım veya sınır geçişleri gibi alanlarda kullanılan bir terimdir. Almanya’nın Ren Nehri’nin öteki tarafında (Trans- yani “öte”) bulunan bölgeleri tanımlamak için kullanılır. Bu tür terimler, coğrafi ve siyasi bağlamda önem taşıyan bölgesel özellikleri belirtmek için tercih edilir.
Çevirmenin Notu:
Kozmik korkunun babası olan H. P. Lovecraft, bu felsefi denemesiyle esasında 1. Dünya Savaşı’nda oluşan barış atmosferini eleştirmiştir. Kendisi son derece milliyetçi hatta faşist eğilimli bir kişiliktir. Günümüzde WASP (White, Anglo-Saxon, Protestan) diye tabir ettiğimiz gruba dahil edeceğimiz bir şahıstır. Hastalıklı düşünce dünyası için bu denemeden önce öykülerine bir göz atmamız bile yeterli olacaktır. Ancak kendi çapında bilim ve biyoloji ışığında insanın kaçamayacağı gerçeklere değinen Lovecraft, bana kalırsa bazı ufak noktalarda haksız da sayılmaz. Bu denemesinde düştüğü birtakım hataları dışında az da olsa doğru söylediği şeyler de vardır ve bu açıdan tarih de onu kısmen haklı çıkarmıştır.
Öncelikle yanıldığı konulara değinmek gerekirse:
1. Dünya Savaşı’nın bir çeşit modern haçlı seferi olduğunu savunuyor Lovecraft ancak gelgelelim bu yanlıştır. Çünkü 1. Dünya Savaşı’ndaki temel motivasyon pazar ve sömürge arayışıdır. Ulus devletlerin de yükselmesiyle bu hammadde ve pazar arayışı tırmanmış ve savaşın devlet arasındaki motivasyonları bu şekilde oluşmuştur. Her ne kadar, Avusturya-Macaristan Arşidükü’nün vurulması fitili ateşlese de altta yatan esas sebepler devletlerin ekonomik ve politik çıkarlarıdır.
2. Evrimsel gelişimin fiziksel güçle olan bağlantısını savunur Lovecraft. Bu da yanlıştır. Doğal seçilim güçlü olanı değil hayatta kalabilecek kabiliyet ve donanıma sahip olanı onurlandırır. Güç her ne kadar bu etkenlerden birisi olsa da hayatta kalmak adına bir etkisi yoksa bu gücün bir işlevi yoktur. O sebeple Lovecraft yanılmaktadır. İnsanoğlunun evrimsel aşamalarını düşündüğümüzde bizi bugünlere getiren evrimsel etki güçten öte, zorluklara ve tehlikelere karşı çözüm üreten ve koşullara uyum sağlayabilen bir zekaya sahip olmamızdan öte geliyor.
Bu konulardaki yanılgılarını dile getirdikten sonra aslında yazının da ana fikrini oluşturan konuda kesinlikle haklı olduğunu düşünüyorum. Savaş, hiçbir zaman için bitmez. Ya da Fallout’ta da denildiği gibi “Savaş hiçbir zaman değişmez!”. Çünkü insanlık tarihi var olduğundan beridir, her daim birtakım gerekçelerle bu yerkürede kan döküldü. Devletler devletlerle savaştı, sonra anlaştı. Ama bir fırsatını bulunca yine savaştı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında her ne kadar iki kutuplu dünya ve nükleer tehlikesi meydanda olsa da savaş devam etti. Bölgesel savaşlar sürdü, yine kan döküldü. Yekpare bir barış dönemi hiçbir zaman olmadı ve olmayacak da. Bunun sebebi de Lovecraft’ın dediği gibi insanın vahşi doğasında yatıyor. Barışı tesis etmek için bile bazen savaşmak gerekiyor ne yazık ki… Onun bu haklılığı hayatın, belki de kaderin en komik ironisi sanırım.
Bir diğer haklılık payı da silahlanma ile alakalı olan tespitleri. 2. Cihan Harbi ve sonrasındaki Soğuk Savaş etkisi aslında bu tespitinin ne kadar doğru olduğunu gösteriyor bizlere. Savunma teknolojilerine yapılan yatırımların önemi, bir devletin temelde caydırıcılığına dair pozitif yahut negatif veriler sunar. Ancak bu yatırımları destekleyecek geniş bir pazar ağına ve güçlü bir teknolojiye de ihtiyaç vardır. Lovecraft’ın haklı olduğu halde atladığı nokta da sanırım burasıdır. Silahlanma ve savunmaya yatırım yapmak bir devlet için önem arz eder ancak güçlü bir ekonomisi ve etkili, karlı bir pazar ağı yoksa bu yatırımı zaten gerçekleştiremez. O sebeple doğru ve mantıklı bir argüman sunsa da eksikleri ve açıkları vardır.
Ayrıca bu doğru argümanı öne sunarken yaptığı bir hatası da vardır Lovecraft’ın. Bilinçli mi yoksa, bilinçsiz mi yapıyor emin değilim ancak bu silahlanma hususundaki savını ortaya atarken savaş çığırtkanlığı da yapıyor gibi gözüküyor. Evet, barış temelde bir illüzyondur ve menfaatler ile koşullar değiştiğinde barış da ortadan kalkar ancak yine sağlanabilecek bir barış ve huzur ortamı varken savaş çığırtkanlığı yapmak da net tabirle deliliktir. Savaşın ve insan doğasının gerçeğini inkâr etmiyorum ancak insanlığın ilkesinin tek bir söz olması bence de tüm dünya için faydalı olacak olandır zannımca: “Yurtta sulh, cihanda sulh!”
Bu savım, beni onun aşikârâne şekilde yargıladığı pasifistlerden biri yapsa da onun büyük bir yanılgı ve delilik içinde olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kendisi, tür olarak örnek aldığım, sevdiğim ve saygı duyduğum bir isim olsa da ideolojik ve mental olarak tövbe estağfurullah olan çokça yanının olduğunu söylemek de kaçınmıyorum. Bu yazıyı çevirirken ve siz kıymetli okurlara sunarken de katıldığım ve katılmadığım yanlarını da bu şekilde sizlere basitçe izah etmek ve oluşabilecek herhangi bir yanlış anlaşılmayı da böylelikle ortadan kaldırmak istedim.
Umarım okurken keyif almış ve siz de kendi içinizde birtakım şeyleri onaylayıp reddetmişsinizdir. Fikirlerinizi ve düşüncelerinizi bana iletebilirseniz sevinirim.
Başka denemelerde, öykülerde, şiirlerde ve çevirilerde görüşmek üzere…
İyi bakın kendinize!





Yorum bırakın