Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

Karartılar Mahzeni

,

Okuma Süresi

3–4 dakika

Ekrem Müftüoğlu

Kalktı koltuğundan gecenin ortasında bir evde bir kişi. Söndürdü ışıkları, mutfağa gitti. Bir elinde çay dolu bardak, bir elinde kül dolu küllük. Karanlığın ortasında oturdu masanın ucundaki sandalyeye. Masadaki iskambil kartlarını kutusundan çıkarıp karmaya başladığı karanlığa göz gezdire gezdire. Sağındaki perdenin arasından caddenin ışıkları vurdu kartların yüzüne. Kartları kaldırıp bir sigara yaktı.

Sigarasının küllerini döktü küllüğe. Çayından bir yudum aldı sessizce. Avuçlarının arasına aldı başını. Arkada bir müzik, Balmorhea. Baharın gelişini kutladı kış ile adlanan seslerle.  Avuçlarının arasına aldı başını. Sigarasından bir yudum daha aldı. Gözleri hâlâ karanlığın içinde. Sigara bitti. Kollarını bağlayıp masaya, başını ise avuçlarının arasından kollarının arasına aldı.

Bir mahzende yürümeye başladı sessizce. Unutulmuş fıçılara göz gezdirdi. Solunda yıllardır uykuda bekleyen bira fıçılarını gördü, sağında ise aynı durumdaki şarap fıçılarını. Yürüdü uzadıkça uzayan mahzenin içinde. İleride bir masa ve masanın üzerindeki mantarı abartılı miktarda bastırılmış iki şarap şişesi gördü. Tozlarını sildi şişelerin. Biri bal şarabı, biri kırmızı… Gülümsedi anlamını bilmediği bir mahzunluğun pençesinde. Yürümeye devam etti mahzende. Aşağıya inen bir merdiven gördü. Merdivenlerden aşağı doğru inmeye başladı sakince.

İndi merdivenlerden. Merdivenlerden indi. İnmeye devam etti. İnmekten yorulmadan, dönüşünü düşünmeden indi. En sonunda ulaştı bir alt kata. Katın girişinde “Aşağı” yazıyordu. Merdivenden bir kapıyla ayrılıyordu bu kat. Kapıyı açtı, girdi. İçeride mahşerî bir insan kalabalığı buldu. Hiç kimse, hiçbir şey yapmadan duruyordu öylece. Ne yapıldığını anlamlandırmaya çalıştı. Kimsenin ağzında bir kelam yoktu. Sormaya çekindi. Ses çıkarmanın yasak gibi göründüğü bir gerçeklikle karşı karşıya kalmış olmanın huzursuzluğuyla boğuşuyordu. Yürümeye başladı. Ne başka bir merdiven ne başka bir kapı ne de mahzenin sonuna geldiğini anlayabileceği bir duvara ulaşamıyordu. Daha da yürüdü. Yoktu.

Kalktı sandalyesinden gecenin ortasında bir evde bir kişi. Belini rahatlatıp bir daha oturdu yerine. Bir sigara yaktı. Baharın gelişini kutluyordu hâlâ Balmorhea eşliğinde. Gözleri hâlâ karanlığın içinde.

Mahzen yerin olabilecek en dibindeydi belki ancak puslu bir atmosfere rağmen karanlık hâkim değildi gözün görebildiği hiçbir yere. Sağına soluna baktı, hiçbir ışık kaynağı görünmüyordu uzak yakın hiçbir yerde. Ne bir floresan vardı ne de bir meşale. Kişilerin yüzlerine bakmaya cesaret etti. Belki de bu insanlar aydınlatıyordu bu köhne mahzeni. Tam aksine, hepsinin suretinde sonsuz bir karartı vardı. Merak içinde ilerlemeye devam etti.

Ortada bir kişi gördü. Eli kolu bağlı, bir sandalyede. En büyük kalabalık bu sandalyenin etrafına toplanmıştı, yüzlerindeki karartının ardında belli belirsiz görünen kötücül bir gülümseme. Sandalyedeki kişiye baktı. Işıltı yayılan bir suretin yorgun görüntüsünü sezdi sandalyedekinde. Yaklaştı kalabalığı yararak. Yakınlaştıkça koskoca mahzende ses çıkaranın bir tek o sandalyedeki kişi olduğunu fark etti. Sesi kısılmış bir kişinin yorgunluktan gittikçe acizleşmiş, cılız ama buna rağmen duyulan sesini dinledi.

Aşağılıklar…

Daha da yaklaştı. Cesaretini topladı. “Kim” dedi, “Kim bu aşağılıklar?”

Bu soru üzerine etraftan bir kahkaha tufanı yükseldi. Hiçbir şeye sesini çıkarmayan kalabalığın dahi kendini gülmeden tutamayacağı bir soru muydu bu? Kahkahalar kesilince sandalyedeki göz kapaklarını zar zor araladı. Omzuna düşen başını hafifçe çevirdi.

Sen, siz, onlar.

Anlamlandıramamıştı bunu. Az evvel girmişti bu mahzene. Ne yapmış olabilirdi, anlamlandırması mümkün değildi. Sandalyedeki aynı ses tonuyla devam etti:

Ben, biz, bunlar.

Daha da garipsedi bu sözleri. “Ne yaptılar, ne yaptım, ne yaptın” dedi.

Sandalyedeki gözlerini biraz daha dikelterek artık ufukta gözükmeyen mahzen kapısının olduğu yönü gösterdi.

Aşağıya geldin.

Şaşkınlıkla, “Bunun için mi aşağılığız” dedi diğeri.

Aşağılık olduğumuz için buradayız. Burası dünya, burası aşağıda olan şey, burası aşağılıkların yurdu.

Gülümsedi diğeri. “Dünya dışarısı, burası bir mahzen” dedi.

Demek diğerlerindensin sen de.

Garipsedi diğeri. “Diğerlerinin farkı ne ki?” dedi.

Daha aşağılıklar, bak, karardı yüzleri.

Ferahladı diğeri. “Henüz değilim demek ki” dedi.

Sandalyedekinin yanına, yere çömeldi diğeri. Başını avuçlarının arasına aldı. Diğerlerinin yüzlerindeki karartılara baktı. Yere oturdu. Dizlerinin üstünde kollarını bağlayıp başını kollarının arasına aldı. Biraz durduktan sonra sandalyedekine baktı.

Aşağılıklar…

Öteki yine diğerlerinin yüzlerindeki karartılara baktı. Bu sefer uzun uzun baktı. Kendi yüzündeki karartıyı merak etti, etrafta bir ayna olmasa da hayal etti. Bir sandalye getirip onu da bağladılar. Susmaya devam etti, konuşmak yerine yüzlerdeki karartılara bakıyordu sadece.

Baharın gelişini kutluyordu. Gözleri hâlâ karanlığın içinde.

Yorum bırakın