Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

Gök Apartmanı

,

Okuma Süresi

4–6 dakika

Açık gri… Açıldıkça açılıyor günden güne. Her gün saat öğle 12’de göğe bakıyorum, dikine dikine. Her gün palet bir nebze daha açılıyor. Aylar geçiyor. 21 Aralık’tan sonra her gün, nazik nazik uzuyor. Her gün renk açılıyor, ben izliyorum.

Maviymiş gök. Hani? Aralık, ocak, şubat. Hani? Kazma kürek yaktırmayan bu martta da mı yok? Oysaki havada bulut da yok. Bulut olmadan nasıl gri olur? Oluyor. Ruhum sıkıldı. Bulacağım ulan o maviyi!

Güneşe bakıyorum. Bembeyaz parlıyor. Bembeyaz parlıyor? Bu saçmalık daniskasında doğru rengi tutturan hiçbir şey yok mu? Başımı aşağı eğiyorum. Kapkara asfalta bakıyorum. Delikanlılığından zerre ödün vermeyip rengini bu netlikte koruyan bir varlık öpülür. Kırıyorum dizlerimi, oturuyorum yere ağır hareketlerle. Öpüyorum asfaltı. Hâlâ kapkara. İşte bu.

Hedeften şaşmak yok. Bulacağım maviyi. Dikeliyorum. İleride bir binanın kapısı ardına kadar açılmış. İçeride kimse yok. Uzaklaşıp bakıyorum binaya. Güzel, hem biraz yüksek hem de tepesinde teras var. İş görür. İçeri giriyorum. Sigara dumanlarının altında puslanmış bir görüntüyle kaplı merdivenler. Ne sigara kokusu ne zerre yanık kokusu var. Öyle bir duman ki bu, binanın özüne işlenmiş artık. Adım adım yukarı doğru çıkıyorum.

Zemin katın aksine ilk katın temizliği ve ferahlığı insanı şaşırtıyor. O sırada bir daireden bir kız çocuğu koşarak çıkıyor güle oynaya. El kadar bebek derler ya, elden biraz daha büyük ama hâlâ çok küçük. Aşırı şirin bir kız çocuğu, hayata bakışı gözlerinden görülüyor. Umudun ne olduğundan haberi yok ancak her hareketi umut taşıyor. İşin ilginci, çocuk nereye baksa orası da güzelleşiyor. Merdivene doğru bakıyor, zemin katın o iç boğucu atmosferi kaybolmaya başlıyor. Gülümsüyorum. Bana selam veriyor, daha çok gülümseyip selamını alıyorum.

İkinci kata çıkıyorum. İkinci katta ise biraz daha büyük bir çocuk var. Su saatlerinin yer aldığı dolabın üstüne oturmuş ağlıyor. Dokunmaya, sormaya çekiniyorum. Bu kat da aslında alt kat gibi ferah ve temiz. Ancak o ağlayan çocuğun kattığı hüzün ve öfke o havayı görmeyi imkânsızlaştırıyor. Biraz izliyorum. Sesimi çıkarsam sanki tüm ağlaması duracak. Sesimi çıkarsam sanki o gözyaşlarının her biri içeride büyüyen bir acı ağacına evrilecek. Hiç orada değilmişim gibi merdivenlere yöneliyorum.

Üçüncü kat, ilk iki kattan çok farklı. Üçüncü katta kimse yok. Çok ferah değil ancak çok boğucu da değil. Bu kata hikâyeni anlat deseler, “Sabah işe akşam eve gidiyorum” der geçer. Hayattan çok beklentisi olup da bunlar için sakin sakin yaşayan, o beklentilere eninde sonunda ulaşacağı çok bariz olan bir insanı andırıyor. Ancak üst kattan gelen gürültü buradaki tüm huzuru bozuyor. Ne oluyor lan orada?

Hızlı hızlı üst kata çıkıyorum. Psikopatın biri almış eline balyozu, rastgele duvarlara vuruyor. Her tarafı yıkmış, dökmüş. Öyle düzenli bir yıkım da değil. Ne yaptığından haberi yok. Duvarların ardından ailelerin korku dolu sesleri geliyor. Bağırıp çağırıyorlar, yardım istiyorlar. Müdahale etmek için bir hamle yapıyorum. Hamlem boşa çıkıyor. Bir hamle daha yapıyorum. Yine boşa çıkıyor. Sakinleşiyorum. Duvarlar yıkılıyor, ben sakinleşiyorum. Sakince, balyozlu şahsa dokunmaya çalışıyorum ancak anlamlandıramadığım bir şekilde ne zaman temas edecek olsam bir şekilde ondan uzaklaşıyorum. Geri geri adım atıp dikkatini dağıtmak gayesiyle sesleniyorum. Umursamıyor. İçim sıkılıyor, hüsran içinde bir üst kata çıkıyorum.

Beşinci kattayım. Aşağıdan gelen gümbürtüler hâlâ duyuluyor. Merdivenin yanında toplanmış birkaç genç aşağıyı izliyor. “Korkmayın.” diyorum. Korkuyorlar. Biri balyozlunun yukarı çıkıp çıkmayacağını soruyor bana. “Çıkmaz.” diyorum. “Ya çıkarsa?” diyorlar. “Siz polis çağırın, çıkmasa bile tutsunlar.” diyorum. Umursamaz bir baş hareketiyle onay işareti yapıyor. Üst kata doğru çıkarken dönüp bakıyorum. Kimseyi aramayıp aşağı izlemeye devam ediyorlar. Yapacak bir şey yok. Ben arasam mı? Arasam ne diyeceğim? Ne adamı tanıyorum ne adresi biliyorum. Yapabileceğim hiçbir şey yok. Ben maviyi bulmaya geldim, devam.

Altıncı kattayım. Burası daha sakin diğer katlara göre. İki komşu kapılarını açmış, birbirlerine bir şey ikram ediyorlar. Gülüşüyorlar. Dostane bir hava var. O sırada kadınlardan biri içeri girip kapısını kapatıyor. Diğeri ise beni görünce kafa selamı veriyor. Aynı şekilde karşılık verip ilerlemeye devam ediyorum.

Yedinci kattayım. Bir ev taşınıyor. Ev sahiplerinin heyecanı, koşturması insana buraya taşınma hevesi verecek kadar güçlü. Yorgunluklarını hissetmiyorlar, öncesini sonrasını düşünmüyorlar. O anın büyüsü kaplıyor insanı. Sadece onlar değil onları gören ben bile benzer duygularla gülümsüyorum. “Kolay gelsin.” diyorum. Onaylarcasına bakıyorlar, yüzleri gülümsüyor. Üst kata çıkıyorum.

Sekizinci kattayım. Burası en üst kat olmalı, yukarı doğru çıkan başka merdiven bulunmuyor. Bir kapıyı çalıyorum. Kapı açılıyor. Güzel bir hanımefendiyle karşılaşıyorum. Meramımı anlatıyorum, gülmeye başlıyor. “E buyurun içeri.” diyor. Ayakkabılarımı çıkarıp içeriye doğru bir adım atıyorum. Küçük bir ev ancak içerideki her şeye çokça özenilmiş. “Yalnız mı yaşıyorsunuz?” diyorum. “Hayır.” diyor. Ev biraz dağınık ama bir o kadar da sempatik. O sırada bir kedi geliyor ayağıma doğru. Kadın “Kedimle yaşıyorum.” diyor gülümseyerek. Sessizce gülüyorum. Terasa doğru bana eşlik ediyor. Kapıyı açıyor. Terasa çıkıyorum.

Teras yeşillikler içinde. Evin içinin aksine burası çok düzenli ancak buna rağmen içerisi daha sempatik. Neyse, evi bırakalım. Göğe bakalım. Göğe bakmaya başlıyorum. Maviliği görmeye başlıyorum. Kadın bakıyor. Sesini çıkarmıyor. “Gök” diyorum, “burada daha mavi.” Kadın kahkahayla “Alt katlardaki karmaşadan sonra kapkara görmen lazımdı.” diyor. Gülmeye başlıyorum.

Göğe bakıyorum.

Mavi.

Kadına dönüyorum.

Gri.

“Bahar geldi, çiçekler yeşermiş.” diyorum. Konuşmadan onaylıyor sözlerimi. “Bahar geldi, gök de renklenmeli.” diyorum. Öylece öteye bakıyor. Çıldırmak üzereyim. Kadın bana bakıyor. “Mavilik boş bir anlatı, griye şükret.” diyor. “Göğe bak.” diyorum. Bakmıyor. Göğe bakıyorum. Mavi. “Göğe bak.” diyorum. Bakmıyor. Göğe bakıyorum. Mavi. “Göğe bak.” diyorum, “Eee yeter, hadi gördün göreceğini.” deyip beni kovuyor. Kapıya yöneliyorum. “Göğe bak.” diyorum.  Kapıyı kapatıyor. Tüm katlardan hızlı hızlı iniyorum. Dışarı çıkıp “Göğe bak.” diye bağırıyorum. Diyafondan ses geliyor, gidiyorum başına. “İçeri gir.” diyor. Hızlı hızlı yukarı çıkıyorum.

Kapı açılıyor. “Göğe bak.” diyorum.

Önden önden terasa gidiyor. “Göğe bak.” diyorum.

Terasa çıkıyor. “Göğe bak.” diyorum.

“Göğe bak.”

“Mavi.”

Ekrem Müftüoğlu

Yorum bırakın