
Ayşegül Erciyas
“İz bırakanlarla senin aranda basit bir fark var sadece: Onlar ömür boyu gayret ediyorlar; sen ömür boyu hayret ediyorsun.” sözünde özneyi kendisi olarak düşünmemiş Akif. Lakin ondaki gayret hepimizi hayrete düşürdü. O ne güzel bir hayret ki ondan bir hayranlık doğdu, bir milletin istiklal dizelerinde hayat oldu. Zulmü alkışlayamayan, zalimi asla sevemeyen, hak namına haksızlığa ölse tapmayan bir özü vardı ki bize özlem oldu, hepimize vatan aşkında bir çift göz sundu. Nevi şahsına münhasır kişiliğiyle ve fikirleriyle parlardı bulunduğu her ortamda. Belli değil midir zaten imanın, milletin, hürriyetin adının geçtiği yerde akla Mehmet Akif’in gelmesinden? Dünyada başka bir millette hasıl olmamış yüce bir ruhtur ondaki. Hayatı hep zorluklarla geçmesine rağmen maddi şeylerde o kadar gözü yoktu ki evinde kalan tek kilimi dahi bir fakire vermişti. Tüm bunlar gösteriyor ki o sadece bir şair değil bir düşünce, bir sanat insanı, vatanın öz evladı. Edebiyatın maneviyat kazandığı liman, samimiyetin vücut bulmuş hali…
Onun için heyecan vatan demekti. Milli mücadele döneminde hiç yerinde duramadı Akif. Her cepheden haber bekler, kara haber geldiğinde gözünden yaş dinmezdi. Memleketin dört bir yanı düşman, o vatanı için durmadan koşan… Bu dönemde silahlar konuştu ama onun hitabeti de güçlü bir silaha dönüştü. Hükümet tarafından halkı bilgilendirmek için görevlendirilen Akif, bu görevini de layıkıyla yerine getirdi. Her fırsatta birlikten bahsetti, Türk milletinin dirayetini haykırdı. Tüm bu sürecin sonunda yazacağı marşta da sıkça bahsettiği Türk milletinin bağımsızlığı, asla esir olmayacağı fikirleri kalbinden bir ok olup çıktı. Verdiği vaazlar başka dillere çevrilip düşman hattında bize karşı savaşan Müslümanlar tarafından feyzalındı ve nicesi saf değiştirdi. Ve nihayet Çanakkale zaferinin haberini aldığında imanı ve millet aşkı arşa ulaştı. Huzur bulduğu semanın altında hıçkırıklarla yazdı da yazdı “Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker! Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.” dizeleri de başka türlü var olamazdı. “Bedr’in Arslanları” sanki karşısına dikilmişti, onunlaydı o gece.
Artık bu milletin kahramanlıklarını, asil mücadelesini, al bayrağın göklerde huzurla dalgalanışını anlatacak bir marşa ihtiyaç vardı. Sonrasında Mehmet Akif Ersoy’un aklı, kalbi, ruhu ve vicdanı bir araya gelip sonsuza dek bağımsız yaşayacak bir milletin özgürlük marşı olarak hayat bulacaktı. Fakat ilk başta marşın yazımı karşılığında konulmuş beş yüz lira para ödülü Akif’in hislerini yazıya dökebilmesine engel oluyordu. Çünkü bu marşı Türk tarihine bir değer olarak sunmak, Türk milletine armağan etmek gerekirdi ona göre. Yine de böyle bir marş yazılacaksa o yazmalıydı. İkna çabalarının sonunda verilecek paranın bağışlanması şartıyla kabul edebildi şair teklifi. Marşı yazarken öyle zor durumda kaldı ki müsvedde kâğıdı bulamadığı için o dönem bulunduğu Taceddin Dergâhının duvarlarına kazıdı dizeleri. Şiirin teslimine kalan iki gün, elde bulunan sadece iki sayfa… Muharebelerden gelen kara haberlere karşın o, milletine “Korkma!” diye seslendi. Marşı tamamlayıp teslim ettiğinde mecliste okunurken ve herkes onu gözyaşlarıyla ayakta alkışlarken o, sessizce bir köşeden çıktı ve gitti. Sevmezdi şanı, şöhreti. Ankara’nın soğuğunda giymeye bir paltosu bile yokken gelen para ödülünü bir hayır vakfına bağışlayan alçakgönüllü Akif’ti o. Tek bir kalemden çıkmıştı belki yazılanlar ama birken bin, binken on binler oldu ve katlanarak yurdun her köşesinde gururla okundu. Her marş ait olduğu milletin zaferlerini anlatsa da Akif’in kaleminden dökülenler başlı başına bir zaferdi. Mustafa Kemal Atatürk’ün de söylediği gibi “Bu marşın istiklal davamızı anlatışı yönünden büyük manası vardır.”
Her eserini imanıyla yoğurarak kimi zaman bir ihtiyarın çaresizliği, kimi zaman Hz. Ömer’in adaleti, kimi zaman bir yetimin mahzun gözleri, kimi zaman da şehitlerin kutsal kanı olarak çıkarmıştır karşımıza. Kimi zaman bu vatan gibi ak, kimi zaman marşımızdaki gibi al sancak… Türkçenin güzelliğini savunan ve öne çıkaran şair, eserleriyle en büyük katkıyı sundu dilimize. “Çöz de artık yükümün kördüğüm olmuş bağını, bana çok görme ilâhî bir avuç toprağını…” dizelerini vatan hasretinden ölmek isterken yazan şair, ciğer hastalığından vefat etse de bir milletin ciğerine soluk oldu. Kendi bedeni göçüp gitse dahi hiçbir izi, harfi, dizesi yok olmayıp sonsuzluğu görecek bir değer bıraktı ardında: İstiklal Marşı. Asım’ın nesli doğdu doğalı çiğnetmedi, çiğnetmeyecek namusunu. Minnet ve hasretle, selam olsun Mehmet Akif’e!





Yorum bırakın