
Muhammet Fatih Dur
Sevgili kalem dostlarım,
Dergimizde uzun zamandır kalem oynatmadığım bir konuda yazmayı tercih ettim. Sonuçta hayat dediğimiz şey edebiyatın hamisidir. Eğer giriş uzun oluyorsa bilin ki alengirli bir meseleye dalıyorum. Çoğunuz bu tarzımı biliyorsunuz. Neyse…
On yıllardır gündemimizin merkezinde olan ve başımızı ağrıtan bir konu var: Suriye İç Savaşı. 13 yıldır süren bu iç savaş, birdenbire, 12 gün içinde sona erdi. Savaş uçakları terk edildi, askerler mermi sıkmadı ve dün, terörist olarak görülen bir grup, zaferlerini alkışlarla ilan etti. Metruk lider, kaçırdığı dolarlarla emekliliğini başka bir ülkede geçirmeye gitti. Peki, bu bir karmaşanın bitişi mi yoksa yeni bir karmaşanın başlangıcı mı? Arap Baharı’nın diğer örnekleri gibi geçmişe duyulan bir özlemi beraberinde getiren yeni bir hayal kırıklığı mı olacak? Göreceğiz.
Kafalardaki bir diğer soru ise şu: 13 yıldır süren bu savaş 12 günde nasıl bitti? Bu soruya cevap aramadan önce iki olayı göz önünde bulundurmamız gerekli: 6 Ekim saldırısı ve Ukrayna-Rusya Savaşı. Esad’ın en büyük iki destekçisi Rusya ve İran’dı. Hamas’ın saldırısından sonra İsrail’in sert tepkisi, İran ve Hizbullah’ın hareket kabiliyetini sınırladı. Aynı zamanda Ukrayna Savaşı, Rusya’nın gücünü iyice tüketti. Bu iki durum, Esad rejimine verilen desteği azalttı. Esad’ın gücünün büyük ölçüde bu iki desteğe bağlı olması, muhaliflere yeni bir alan açılmasını sağladı.
Şimdi ise yeni bir sorunun eşiğindeyiz: 40’tan fazla grubun ortak mücadelesiyle kazanılan bu zaferin ardından, ganimet nasıl paylaşılacak? Demokratik bir süreç mi işleyecek, yoksa “Demokrasi için daha erken.” denilerek diktatörlük düzenine devam mı edilecek?
Orta Doğu, sıklıkla devrimlerin eski diktatörlerin yerine yeni diktatörler getirdiği bir coğrafya olarak bilinir. Hatırlayalım, Esad’ın ilk vaatlerinden biri de demokrasi olmuştu. Bugün Suriye’nin durumu, dünden daha karmaşık görünüyor. Ortak düşmanın yokluğu, masada bir araya gelen grupların “Kim lider olacak?” sorusuyla birbirine bakmasına neden oluyor. Suriye’nin yeniden devletleşmesi, bu sorunun çözümüne bağlı. Daha önce devlet tecrübesi olmayan HTŞ neler yapacak? Şam’daki HTŞ, İdlib’teki HTŞ’den farklı olarak çok daha karmaşık bir siyasi ortamda hareket etmek zorunda. Şam’da, ÖSO ve YPG, farklı mezhep ve dinlere mensup gruplarla birlikte yönetim arayışında olacak, olmak zorunda kalacak. Bu, İdlip’te olduğu gibi tek bir dış güçle ilişkilenmekten çok daha zorlu bir süreç. Şam’daki HTŞ, Arap dünyası, Batı ülkeleri ve hatta İsrail gibi çok çeşitli aktörlerle ilişkilerini dengelemek durumunda. Bu durum, Türkiye ile çelişkiler yaşamasına neden olabilir.
PKK/PYD artık Suriye Devleti’nin önemli iki ayağından biri durumuna gelmiştir, hatta en önemli ayağıdır. İsrail’in ve ABD’nin de desteği bölgedeki önemini artırmıştır. Kısacası PYD/PKK’nın durumunun ne olacağı belirsizliğini korumaktadır. PYD lideri, Fırat Nehri konusunda HTŞ ile sınır anlaşmasına vardıklarını şu sözlerle ifade etmişti “HTŞ ile Fırat Nehri’ni sınır olarak belirledik. Biz o tarafa, onlar bu tarafa geçmeyecek.” Bu açıklama, Suriye’nin toprak bütünlüğünün kalmadığını ve federasyonlar şeklinde yönetileceğini mi göstermektedir? Türkiye’nin bu konudaki tavrı ne olacaktır? Suriye’nin bölünme sürecinin hızlanması, ABD’nin bölgeden çekilmeyi düşünmemesi, Türkiye’nin “Suriye’nin toprak bütünlüğü” tezini nasıl etkileyecektir? Esad’ın devrilmesi, çözülmesi zor sorunlar yaratmış gibi görünüyor.
Birleşmiş Milletler verilerine göre, Suriye İç Savaşı sırasında 500 binden fazla insan hayatını kaybetti. 6,8 milyon kişi ülke içinde yerinden edilirken 5,5 milyon kişi mülteci olarak başka ülkelere sığındı. Savaşın ardından ülkede ortaya çıkan yoksulluk, BM verilerine göre Suriye nüfusunun %90’ından fazlasını yoksulluk sınırının altına itti. Ülkede sağlık ve eğitim hizmetleri neredeyse tamamen çökme noktasına geldi. Dünya Bankası’nın raporuna göre Suriye ekonomisinin savaş sırasında uğradığı kayıp, yaklaşık 226 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir.
Bu süreçte yıkılan yalnızca şehirler olmadı, insanlar arasındaki bağlar ve güven de telafisi zor şekilde sarsıldı. Bu kayıplar; savaşın fiziksel, ruhsal ve sosyal maliyetini gözler önüne sermektedir. Savaş sonrası süreç ise savaştan çok daha yorucu ve zor olacak. Çünkü kırılan güven yeniden tesis edilmeden mültecilerin ülkelerine dönmesi pek mümkün değil. 61 yıllık Baas rejiminin bıraktığı hasarın 12 gün içinde sarılması da oldukça güç. Suriye’deki savaşın yarattığı yıkım Birleşmiş Milletler’in şu açıklaması ile gözler önünde:
“Suriye’deki savaş, yalnızca fiziksel altyapıyı değil, aynı zamanda insanlık onurunu da tahrip etti. Onarılamaz hasarların izleri nesiller boyunca sürecek.”
Diğer ülkelerde, geçici sığınmacı statüsündeki Suriyelilere geri dönmeleri için baskılar artacaktır. Ancak biz, Suriyelilerin dönüşünü beklerken yeni bir göç dalgasıyla karşı karşıya kalabiliriz. İsrail’in Suriye’deki ilerleyişi ve HTŞ’nin yönetiminde yaşamak istemeyenlerin Türkiye gibi komşu ülkelere sığınması olası görünüyor. Sosyal medyada yer alan ve haberlere yansıyan bazı gelişmeler, örneğin HTŞ lideri Golani’nin bir kadına başını kapatmasını söylemesi ve şeriatla yönetim iddiaları, yeni bir göç dalgasını tetikleyebilir. HTŞ’nin kontrol ettiği diğer bölgelerde uygulamaya koyduğu yönetim sistemi, geçmişte Taliban’ın Afganistan’da kurduğu düzene benzer bir yapı gösteriyor. Bu husus, Suriye halkı için yeni bir endişe kaynağı yaratmış durumda. Haliyle Suriye’ye dönüşler bu korku ile azalabilir. Ayrıca bu durum, ülkemizde toplumsal gerilimin artmasına da yol açabilir. Ekonomik krizle boğuşan halkın sabrının tükenmesi, istenmeyen olayların yaşanmasına zemin hazırlayabilir. Geçmişte yaşanan 6-7 Eylül olaylarına benzer bir pogrom yaşanması tehlikesi maalesef göz ardı edilemez.
Ezcümle: Göreceğiz.
17 Aralık 2024





Yorum bırakın