
Erkin Tolga Sayılkan
(Klinik Günlükleri – Bölüm 46)
Anlatmaya başından ya da sonundan değil de kitabın tam ortasından başlamalıyım.
Başlamalı mıyım?
Buradaki herkes başından ya da sonundan başla diyor. Hadi, herkesin dediğini yapmayalım da yine doğrultusu olan bir organımızın yönüne gidip ortadan başlayalım.
Başlamalı mıyım?
Hadi, öyle yapalım.
Zira anlatmak istesem de başını da sonunu da hatırlamıyorum.
Baş da son da yok. Zihnimde o kısım koyu bir pus içinde.
***
Gecenin tam üçünde, hücrede ellerim yine cebimde.
Gerçi gömleğin cebi de yoktu.
Uykum yine kaçmıştı.
Klinikte geceler bazen uzun ve sessiz. Ara ara çığlıklar ve nadiren koşturan hasta bakıcılar ortalıkta gezer. Doktorları da nadiren görürüz.
Kliniğin pek çok yazılı-yazısız kuralı vardır. Yemek getirenlere en psikopatlar ve sapmışlar dahi saygı duyar ve mesafelerini korur. Onlara karşı hareket olmaz. Diğer hasta bakıcılar da bize mesafelerini korudukları sürece korunurlar. Ancak bazen bazı olaylar vuku bulur.
Bir diğer kural da asla ama asla yansıtacak şeylere bakmamamızdır. Özellikle pencerelerden dışarı bakmamanız söylenir. Zira zaman zaman bazı şeyler görürsünüz.
Çok nadir durumlarda da kendinizi görürsünüz.
***
Salı sabahındayım. Bugün doktor geliyor, gelecek, geldi. Sanki geldi. Karşımda beyaz önlüklü biri var. “Merhaba, ben bugünkü doktorun. Nasılsın?”
Cevap vermedim.
Doktor devam etti:
“Dün gece yine pencereden baktınız mı?”
“Hayır,” diye mırıldandım. Kurallardan biri de doktorlarla iş birliği yapmamak ama yapar gibi yapmak.
Yalan söyledim.
Çünkü o an konuşmaya başlarsam, sesini herkes duyacaktı.
Sadece bana konuşuyor; benimle olan diyalogu, iletişimi kesilsin istemiyorum. Bir yazısız kural da onunla benim aramda, onunla aramdaki sessiz anlaşmayı bozamam.
“Gerçek ve yansıma arasındaki farkı hatırlıyor musun?” diye sordu doktor. Yakasında “DR. ALADAĞ” yazıyordu.
Evet, hatırlıyorum.
Ama bazen cam öyle parlıyor ki…
Hangimizin içeri, hangimizin dışarıda olduğunu ayırt etmek imkânsızlaşıyor.
***
Geceleri ilaçları yutuyorum, ama mideme inmeden önce eriyor gibiler. Kumbaraya para atar gibi, metalik bir tat ve düşünce de midemde yankı yapıyor.
Yatakhanelerde her gece başka biri ağlıyor. Biri çığlık atıyor yine.
Bazen, o ağlayan sesin benim ağzımdan çıktığını fark ediyorum.
***
Bugün terapi odasında bana eski bir dosya gösterdiler.
Sarı kapaklı, üstünde “F. KERİM – 2001” yazıyor.
“Tanıyor musun?” dediler.
Parmak uçlarım soğudu. Sanki bir buz kalıbı tutuyor gibiydim.
“Evet,” dedim. “O benim kardeşim.”
Doktor dosyayı kapattı, bana baktı. Yakasında “DR. ALADAĞ” yazan beyaz önlüklünün gözlüklerini düzelttiğini görüyordum kıstığım gözlerimin ardından.
“Senin kardeşin falan yok. Kardeşim dediğin kişi hiç var olmamış.”
O an içimde bir şey koptu.
“Hiç var olmadıysa neden camın arkasında hâlâ beni izliyor?” diye sordum.
Cevap vermedi.
Sordum mu acaba?
İçimden sormuş olabilirim.
Acayip…
***
Şimdi odamdayım.
Pencerenin dışında parmaklıklar ve tel örgüler var.
Sis tüm avlusunu kaplamış hastanenin.
Pencerede yansıyan simamın yanında küçük bir çocuk silueti beliriyor. Çocuk gülüyor mu ağlıyor mu yoksa opera mı söylüyor sessizce bilmiyorum ama hepsine çıkan hareketleri var.
Yüzü bulanık ama gülümsüyor. Ya da ağlıyor. Ya da şarkı söylüyor.
Dün gelen hasta bakıcı kadın bana tekrar yazısız kurallardan en önemlisini hatırlatmıştı. Tekrarlamakta fayda var ki bu yazıyı okuyanlar da unutmasın:
“Yansımalarla konuşmayın. Onlar iyileşmenizi istemez.”
Ama o sadece bana fısıldıyor:
Üzerinde küçükken giydiğim Apollo 11 çizimli kazak var ama çocuk bana benzemiyor.
Operaya devam ediyor.
***
Bugün vizitede doktor bana aynayı uzattı. Bu sefer yakasında “DR. AKSAN” yazıyor. Yaka kartı farklı ama yine sanki aynı sima.
“Yine yansımalarla mı temas kuruyorsun?” diye serzenişte bulundu, sızlandı, söylendi, kızdı. Her neyse işte…
“Cevap veremedim.” diye söylendim.
Kahretsin, iç sesimden geçireceğim cümleyi seslendirdim.
Doktor kaşlarını çattı.
Cevap veremedim.
Hah, bu sefer tamamdır.
Doktor, gözle görülür şekilde sinirlendi.
“Gerçeği görmek ister misin?” dedi ve yanıtımı beklemeden aynaya girip kayboldu.
Aynaya dokundum, soğuktu. Doktorun peşinden gidememiştim.
Ben de yapılacak en iyi ikinci şeyi yaptım. Aynayı ters çevirip masaya bıraktım. Doktoru yakalamıştım.
Şimdi yiyorsa çıksın oradan.
***
Klinik kayıtlarına göre, ben burada dokuz yıldır tedavi altındaymışım.
Ama bana göre sadece bir gece geçti.
Yansımalar âleminde Dr. Aksan’ı hapsettiğimden beri bakmadım aynalara ve camlara. Öbür tarafında hâlâ o ve ben varım sanki; bana bakıyor ve gülümsüyor, tıpkı başından beri yaptığı gibi.
***
Sabahın ilk ışıkları içeri dolarken, yine bir salı gününe girdiğimi fark ettim. Kapı açılma sesiyle yerimden doğruldum. Yine bir beyaz önlüklü. Yaka kartında “DR. MÜFTÜOĞLU” yazıyor.
Doktor, yerimden doğrulurken bana yaklaşıp fısıldıyor.
“Yansımalar âlemi çok güzel, sen de gelsene.”





Yorum bırakın