Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

SAHİR RÖPORTAJ – NIELS HAV

,

Okuma Süresi

15–22 dakika

Hazırlayan: Abdullah Emre Aladağ

Çeviren: Hüseyin Duygu

S1: Yeni kitabınız “Aniden Gelen Mutluluk”, Scala Yayıncılık tarafından Türkçe olarak yayımlandı. Bu derlemeye neyin ilham verdiğini ve içinde hangi temaları işlediğinizi biraz anlatır mısınız?

Niels Hav: Teşekkür ederim. Kitap, hayatın karmaşası içinde ani aydınlanmaları ve değerli mutluluk anlarını konu alıyor. Savaşlar ve felaketler dünyayı kasıp kavuruyor, zenginler fakirlerden çaldığında buna siyaset ve ticaret, fakirler isyan ettiğinde ise buna terör ve şiddet deniyor. Sessizliğin gürültüsüne, ahlaki bir çöküşe tanık oluyoruz, geleneksel dünya düzeni çatırdıyor ve yenisi henüz doğmadı. Kurumlar sarsılıyor, yöneticiler ve iktidardakiler çıldırmış durumda. – “Aniden Gelen Mutluluk” kitabımın Türkçe çevirisi, Danca’sından daha büyük, bir kitabımı tekrar yayınladığımda mutlaka yeni şiirlerimi de ekliyorum. Yepyeni siyasi şiirlerim de var ve bunlar bir sonraki kitabımda Danca olarak yayınlanacak.

S2: Sayın Hav, kendinizi Türk okuyucularına nasıl tanıtmak istersiniz? Şairlik yolculuğunuz nasıl başladı?

NH: Danimarka’nın batı kıyısında, başkentten uzakta, çiftçi ve asimile olmuş Roman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Seyahat edip dünyayı keşfetmeyi ve şair olmayı hayal ediyordum. 16 yaşında denize açıldım, bir ilkbahar sürecinde Oslo’da evsiz bir insan olarak yaşarken durmadan yazıyordum. Her şey benim için başarısızlıkla sonuçlandı, büyük bir yenilgiydi bu benim için, kendimi kaybolmuş hissederek, tamamen bir başarısızlık yaşamıştım. Yaşamıma yeni bir başlangıç yapmak zorunda kaldım, üniversiteye kaydoldum ve teoloji okudum. Ayaklarımı yere basana kadar on yıl boyunca hiçbir şey yazmadım.

S3: Danimarka’dan İstanbul’a olan bu güçlü bağınız nasıl oluştu? İlk kez İstanbul’a gelişinizden bahseder misin?

NH: Buraya ilk kez eşimle birlikte balayımızda gelmiştik. Bebek arabasındaki kızımızla dolaştık İstanbul’u, farklı otellerde kaldık. İstanbul bir başka gökyüzü altında, burada 16 gün kaldık. Kimi geceler Sultanahmet’te, Sultanahmet Camii’nin yakınında kaldık. Müezzin sabah namazını okuduğunda uyandım ve camiye koştum. Bu devasa cami boştu, belki 10-12 kişi namaz kılıyordu. Cuma öğleden sonra camide ve avluda binlerce insan vardı. Türkler sağlıklı bir uykuyla kutsanmıştır. – Şehre aşık olduk ve burada birçok arkadaş edindik. Son otelimiz, İstiklal Caddesi yakınlarındaki Grand Hotel de Londres’ti; eşsiz atmosferi ve Haliç manzarasıyla harika bir yerdi.

S4: İstanbul’u “Avrupa’nın büyülü başkenti” olarak tanımladınız ve “hiçbir şehir İstanbul gibi herkesi kucaklamaz” dediniz. Bu ifadelerin ardındaki duygusal ve felsefi temeli açıklar mısınız?

NH: İstanbul, iki kıtayı birbirine bağlayan büyük ve tek şehir. Paris ve Londra’yı Farsça bir dokunuşla ve Bizans kokusuyla birleştiriyor. Bin yıldır İstanbul, kültürel ve siyasi hareketlerin buluşma noktası oldu; müzakereler ve önemli kararlar burada alınıyor. Dünyanın gözde mekanlarından gelen mülteciler İstanbul’a sığınıyor, burada bir şansları var. Buenos Aires, Kahire ve İsfahan gibi kentlerin her birinin kendine özgü bir cazibesi var; İstanbul hepsini tek bir şehirde bir araya getiriyor. İstiklal Caddesi’nde yürüyen ya da Üsküdar ile Kadıköy arasında Boğaz’da yelken açan herkes bu büyüyü hissediyor. Yaşam bize sunulan bir armağan, İstanbul herkesi kucaklayacak kadar zengin bir kent.

Niels Hav, kıymetli çevirmen ve edebiyatçı Hüseyin Duygu ile

S5: “Şiirde her zaman büyük paralar yoktur, ama parada da her zaman şiirler yoktur” sözünüz çok etkileyici. Modern dünyada şiirin değeri ve misyonu hakkında neler düşünüyorsunuz?

NH: Şiir başka bir şey de yapabilir; düğümü çözebilecek ya da zihni umutsuzluktan çıkarabilecek değerli sözlerle gelir. Şiirin kitapçıların en tepesinde yer alması ve şiirlerin çok satanlar listesine girmesi nadirdir, ancak zengin ya da yoksul birçok insan, kalplerinde kimi büyülü sözler saklar. Bir şarkının kıtaları ya da bir şiirin birkaç dizesi olabilir. Şiir, bir okuyucuyla samimi ve birebir bir sohbettir. – Para ve mutluluk arasındaki bağ sahtedir, bunu herkes bilir. Enflasyon parayı yer bitirir, şiirler ve aşk ise kalıcı bir para birimidir.

S6: Postmodern şiire karşı evrensel düzeyde güçlü bir duruş sergilediğiniz söyleniyor. Bu duruşunuzun temelinde neler var?

NH: Postmodernizm ironi ve pastiş gibi kavramlarla ilişkilendirilir, sanat, maskeler ve birbirine kolayca kenetlenebilen Lego bloklarıyla dolu bir oyun odasına indirgenir. Bunlar artık çökmekte olan, maskeleri düşen muhafazakar dünyaya aittir. Demokrasi saf haliyle mevcut değildir, nüanslar vardır, ancak Batı ittifakı önemli ilkelerde başarısız olmaktadır. Resmen demokrasiyi kutlarken, gizlice tiranları destekliyor. Avrupa ve ABD’de, Orta Doğu ve Afrika’da demokrasiye duyulan endişe büyük.

S7: Metin Cengiz şiirlerinizin evrenselliğinden bahsetti. Danimarka’dan çıkıp farklı kültürlere ulaşabilen bir şiir dili yaratmanın sırrı nedir?

NH: Sözleri beni çok mutlu etti, Metin Cengiz bilgili ve bilinçli bir okur ve şair. – İçimdeki derinlik, senin de içinde. Tüm insanların temel ortak noktaları var; bir ailemiz, bir aşkımız, bir özlemimiz ve bir hayalimiz var. İnsan mutluluğu, notaları az bir şarkıdır. Yeni kitabımda, müzik ve şiirle turneye çıktığımız Çin’de yazılmış birkaç şiir var. Sözleşme gereği, yol boyunca her şehir için yeni bir şiir yazmam gerekiyordu. Çin çok büyük bir ülke, uçak, tren ve otobüsle seyahat ettik, birkaç hafta içinde Şanghay havaalanına altı kez indik. Çin’de de doğru ve yanlışı düşünen ve mutluluğun peşinden koşan gerçek insanlar var.

S8: Yakın zamanda İstanbul’da bir imza gününe katıldınız ve bu etkinlik Scala Yayıncılık’ın 33. yıl dönümüne denk geldi. Türk okuyucularınızla buluşmak ve yayıneviyle kutlama yapmak nasıl bir deneyimdi?

NH: Türkiye’ye tekrar gelmek ve yeni ve eski arkadaşlarla buluşmak büyük bir mutluluktu. Yayınevinin 33. yılı kutlaması vardı. Scala Yayıncılık aynı zamanda İstanbul’un kalbinde bir kitapevi işletiyor. Canan ve Hakan Feyyat, koşuşturmacanın ortasında harika bir atmosfere sahip bir mekan yaratmışlar; burada bir bardak çay içip en yeni kitaplar hakkında sohbet etmek için zamanınız oluyor. İstanbul’u ziyaret eden ya da orada yaşayan herkese İstiklal Caddesi’nden girişi olan, Hazzo Pulo Pasajı’ndaki Scala Kitapçı’ya uğramalarını tavsiye ederim. Öğleden sonra saat beş civarı güzel bir zaman, bir bardak çay eşliğinde oturup sohbet edebilirsiniz. Zamanla çok şey değişiyor ve çok şey oluyor ama sen İstanbul’dasın ve hayattasın.

Niels Hav, Hüseyin Duygu ve Metin Cengiz ile beraber

S9: Hüseyin Duygu’yu “Danimarka’nın gayrı resmi kültür elçisi” olarak tanımladınız. Danimarka-Türkiye kültürel köprülerinin güçlenmesi için neler yapılabilir?

NH: Hüseyin Duygu güçlü bir öncüdür, Kopenhag’da yaşamaktadır ve Tekirdağ-Saray’ın Çukuryurt köyünde bir evi vardır, ancak Türkiye genelindeki şairler ve yazarlar arasında dostları vardır. Bu yılın ilkbaharında, 12 Danimarkalı şairin Azerbaycan dilinde çevirisinin yayınlandığı Azerbaycan’ın Bakü kentinde birlikteydik. Hüseyin’in girişimleri olmasaydı bu gerçekleşemezdi. Danimarka Sanat Konseyi zaman zaman Hüseyin’in projelerini destekliyor; ancak ideal olanı Danimarka Kültür Enstitüsü ya da Dışişleri Bakanlığı ile köklü bir iş birliği. Hüseyin Duygu küçük meblağlarla büyük işler başarıyor, sabit bir katkıyla ise mucizeler yaratabilir.

S10: Hüseyin Duygu’nun çeviriyle şiirlerinizi Türkçeye kazandırması nasıl bir duygu? Çeviri sürecinde şiirlerinizin ruhunu korumak için nasıl bir iş birliği yaptınız?

NH: Hüseyin daha gençken Danimarka’ya geldi, bugün olgun bir yetişkin. Her iki dili de mükemmel konuşuyor ki bu nadir bir şey. İlk şiirlerimi şair Kemal Özer ile birlikte çevirdi. 1999’daki İzmit depreminden sonra birçok ülkeden şairlerin yer aldığı ‘Yer Sarsıldığında’ adlı bir antoloji yayınlandı ve Hüseyin Duygu, Danimarkalı şairleri bu antolojiye katkıda bulunmaya davet etmişti. Uzun yıllardır birlikte çalışıyoruz, Türkçe şiirleri Danca’ya birlikte çevirdik ve Kopenhag’da Danca-Türkçe şiir geceleri düzenledik. Hüseyin Batı Jutland’daki köyümü ziyaret etti ve annemle tanıştı, ben de onun köyünü ziyaret ettim ve ailesiyle ve annesiyle tanıştım. Birbirimizin ne hissettiğini ve düşündüğünü biliyoruz, bu ayrıcalıklı bir durum; Türkçe çevirilerin iyi olduğundan eminim.

S11: Farklı dillerde okunmanın şiirlerinize kattığı yeni boyutlar oluyor mu? Türk okuyucularından aldığınız tepkiler sizi şaşırttı mı?

NH: Kopenhag’daki edebiyat dünyası çok dar bir yelpazede. Şiirlerimin erken çevrilmesi ve kitaplarımın İngilizce yayınlanması benim için bir özgürlüktü. Birdenbire başka ülkelerde yazan insanlarla iletişim kurdum, şiirlerim daha geniş bir bağlamda okunup incelendi. Başka dillerde kitaplarım yayınlandı. Kuzey ve Güney Amerika, Afrika, Asya ve Orta Doğu’daki yayınlanan kitaplarımı tanıtımı için bu yerlerde bulundum. Şiirler ve kitaplar kendi hayatlarını yaşar. Ataol Behramoğlu, ilk Türk yayıncım Enver Ercan ile bağlantı kurdu ve kitaba bir önsöz yazdı. Kendisine özgü mizah anlayışı ve güçlü bir hümanist profili ile mükemmel bir şairdir.

S12: Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli, Şerafettin Kaya gibi ustalardan aldığınız destekler sizce Türk şiir geleneğiyle nasıl bir bağ kuruyor?

NH: Kimi ülkelerde yenilikçi şiirin popüler olanla bağını kaybetme riski vardı. Türkiye’de ise Nâzım Hikmet ve Orhan Veli’ye kadar uzanan köklü bir yenilikçi gelenek var, ancak bilinen nedenlerden ötürü Türkiye’deki şiir gerçek dünyanın sorunlarıyla bağını hiçbir zaman koparmadı. Gerçeği söylemek hiçbir zaman özgürce olmadı, birçok şair yıllarca hapis yattı. Şiirin bir görevi, okurların bir beklentisi var. Şiirlerimin bu bağlamda işlevi olması benim için büyük bir mutluluk. Ahmet Telli, Ankara’da şiirlerimi okumamı sağlamıştı. Metin Cengiz de yeni kitapla ilgili olarak bana destek oldu ve kitabımın tanıtımıyla bağlantılı olarak Şerafettin Kaya ile tanışmak harikaydı. Türk meslektaşlarımla kurduğum dostluk benim için önemli, yardım ve destekleri için minnettarım.

S13: Bundan sonraki projelerinizde Türkiye ve İstanbul ne kadar yer alacak? Yeni kitap planlarınız var mı?

NH: Dergiler ve gazeteler edebiyat ekolojisinin önemli parçaları, şiirlerimin orada yer alması beni mutlu ediyor. Hüseyin Duygu’nun çabaları sayesinde bu kanallar aracılığıyla okuyucularla iletişim kurmak mümkün oluyor. Türkiye ve İstanbul her zaman gündemimde olacak, önümüzdeki yıllarda burada daha fazla zaman geçirmeyi umuyorum. Eşim Christina Björköe Danimarka’nın çok bilinen piyanisti, yurtiçinde ve yurtdışında müzik ve şiir konserlerimiz var, Türk şairlerin de yer aldığı bir konser vermek ilginç olabilir. İlk kez 2000 yılında Paris’te birlikte sahne almıştık!

S14: Son olarak, Türk okuyucularına özellikle genç şair adaylarına vermek istediğiniz bir mesajınız var mı? Edebiyat camiasında usta isimlerin başta olduğu dergiler ve yayınlar ön planda ancak genç yazar ve şairler kendilerine çıkacak bir alan bulmakta zorlanıyorlar mı sizce?

NH: Ruhun yaşlı doğduğunu ve hayat boyunca gençleştiğini söylerler. Gençlerden bahsetmene sevindim, o ekipte olmak isterdim. Dergiler, düşünce ve fikirlerin edebi alışverişi için önemlidir, gençler oraya aittir, zamanın nabzını tutarlar ve geleceğe bakarlar. Ama gençlerin de kendi kanalları vardır, her nesil kendi platformunu bulur. Hayatın anlamı yaşamaktır, öpüşebildiğin kadar öpüşmelisin. Gençler kendi yolunu bulur. Ben, çalışkan ve mucizelere inanan naif insanların desteklenmesinden yanayım.

Niels Hav

DANCA/DANSK

SAHIR INTERVIEWET – NIELS HAV

Niels Hav signerer sin nye digtbog “Aniden Gelen Mutluluk”

Klargøringsmedarbejder: Abdullah Emre Aladağ

Oversætter: Hüseyin Duygu

Bemærk: Interviewet vil blive offentliggjort på både tyrkisk og dansk i Sahir

Tidsskriftet.

Spørgsmål 1: Din nye bog, "Øjeblikke af lykke", er udgivet på tyrkisk af Scala

Forlaget. Kan du fortælle os lidt om, hvad der inspirerede denne samling, og hvilke

temaer du udforsker i den?

Niels Hav: Tak skal du have. Bogen tematiserer pludselige epifanier og de kostbare

øjeblikke af lykke midt i livets tumult. Krige og ulykker hærger kloden; når de rige

stjæler fra de fattig hedder det politik og handel, når de fattige gør modstand hedder

det terror og vold. Tavsheden larmer, vi er vidner til et kollaps, den ortodokse

verdensorden krakelerer, og den nye er ikke født endnu. Institutionerne vakler,

regenter og magthavere er rundtossede. – Den tyrkiske oversættelse “Aniden Gelen

Mutluluk” er større end den danske, når der udkommer en bog skal der være nye

ting med. Der er spritnye politiske digte, som på dansk først kommer i min næste

bog.

Spørgsmål 2: Kære Hav, hvordan vil du gerne præsentere dig selv for tyrkiske

læsere? Hvordan begyndte din rejse som digter?

NH: Jeg er født på den danske vestkyst langt fra hovedstaden i en familie af

landmænd og assimilerede romaer. Jeg drømte om at rejse og se verden – og om at

blive digter. Som 16-årig stak jeg til søs, et forår levede jeg som hjemløs i Oslo,

mens jeg skrev og skrev. Alt mislykkedes for mig, et kæmpestort nederlag, jeg følte

mig fortabt, en fuldstændig fiasko. Jeg blev nødt til at starte forfra, jeg meldte mig på

universitetet og studerede teologi. I ti år skrev jeg intet, mens jeg fandt fodfæste.

Spørgsmål 3: Hvordan udviklede du denne stærke forbindelse fra Danmark til

Istanbul? Kan du fortælle os om dit første besøg i Istanbul?

NH: Første gang var vi her på bryllupsrejse. Vi havde vores datter med i klapvogn og

flyttede rundt og boede på forskellige hoteller. Istanbul er et univers, vi blev her i 16

dage. Nogle nætter boede vi i Sultanahmet tæt ved Den Blå Moske. Jeg vågnede,

da muezzinen kaldte til morgenbøn, og jeg løb over i moskeen. Den vældige bygning

var tom, måske var der 10 eller 12 deltagere i bønnen. Fredag eftermiddag var der

tusindvis af mennesker i moskeen og i forgården. Tyrkerne er velsignet med et sundt

sovehjerte.- Vi forelskede os i byen og fik mange venner her. Sidste hotel var Grand

Hotel de Londres nær İstiklal Caddesi, et skønt sted med en unik atmosfære og

udsigt over Det gyldne Horn.

Spørgsmål 4: Du har beskrevet Istanbul som "Europas magiske hovedstad" og sagt:

"Ingen by omfavner alle som Istanbul." Kan du forklare det følelsesmæssige og

filosofiske grundlag bag disse udsagn?

NH: Istanbul er den eneste storby, der forbinder to kontinenter. Den forener Paris og

London med noget persisk og duften af byzans. I tusind år har Istanbul været

mødested for kulturelle og politiske strømninger, det er her man forhandler og træffer afgørende beslutninger. Flygtninge fra verdens brændpunkter søger til Istanbul, her

har de en chance. Buenos Aires, Kairo og Isfahan har hver sin charme, Istanbul

samler det hele i én by. Den, der flanerer på İstiklal Caddesi eller sejler på

Bosporusstrædet mellem Üsküdar og Kadıköy, mærker magien. At være i live er en

lykke, Istanbul er rig nok til omfavne alle.

Niels Hav mødtes med sine læsere om sin nye digtbog “Aniden Gelen Mutluluk”

Spørgsmål 5: Din udtalelse, "Der er ikke altid store penge i poesi, men der er heller

ikke altid digte i penge," er meget rørende. Hvad er dine tanker om poesiens værdi

og mission i den moderne verden?

NH: Poesien kan noget andet, den kommer med nogle kostbare ord, der kan løsne

knuden eller løfte sindet ud af en fortvivlelse. Det er sjældent poesien ligger forrest i

boghandelen, og det er sjældent digte bliver en bestseller, men mange mennesker,

rig og fattig, gemmer nogle magiske ord i hjertet. Det kan være strofer fra en sang

eller nogle linjer fra et digt. Poesi er en intim samtale på tomandshånd med den

enkelte læser. – Koblingen mellem penge og lykke er et falsum, det ved alle.

Inflationen æder pengene, digte og kærlighed er holdbar valuta.

Spørgsmål 6: Det siges, at du tager en stærk, universel holdning mod postmoderne

poesi. Hvad ligger til grund for denne holdning?

NH: Postmodernisme hører sammen med begreber som ironi og pastiche, kunsten

reduceres til en legestue med masker og legoklodser. Det hører til den ortodokse

verden, der nu kollapser, maskerne falder. Demokrati findes ikke i ren form, der er

nuancer, men den vestlige aliance svigter vigtige principper. Officielt hylder vi

demokratiet, mens vi i hemmelighed støtter tyrannerne. Angsten for demokrati i

Mellemøsten og Afrika er stor i Europa og USA.

Spørgsmål 7: Metin Cengiz talte om dine digtes universalitet. Hvad er

hemmeligheden bag at skabe et poetisk sprog, der stammer fra Danmark og kan nå

ud til forskellige kulturer?

NH: Jeg var meget glad for de ord, Metin Cengiz er en kyndig læser. – Det der er

bunden i mig er også bunden i dig. Alle mennesker har de fundamentale ting

tilfælles; vi har en familie, en kærlighed, en længsel og en drøm. Den menneskelige

lykke er en sang med få noder. I den nye bog er der nogle digte skrevet i Kina, hvor

vi var på turne med musik og poesi, der stod i kontrakten, at jeg skulle skrive et nyt

digt til hver by undervejs. Kina er meget stor, vi rejste med fly, tog og busser, i løbet

af et par uger landede vi seks gange i lufthavnen i Shanghai. Også i Kina bor der

rigtige mennesker, der tænker over ret og uret og jagter lykken.

Spørgsmål 8: Du deltog for nylig i en bogsignering i Istanbul, og denne begivenhed

faldt sammen med Scala Forlagets 33-års jubilæum. Hvordan var det at møde dine

tyrkiske læsere og fejre med forlaget?

NH: Det var en stor glæde at være tilbage i Tyrkiet og møde nye og gamle venner.

Forlagets jubilæum var en fest, Scala Yayincilik driver også en boghandel i hjertet af

Istanbul, Canan og Hakan Feyyat har skabt et sted med en vidunderlig atmosfære,

midt i travlheden er der tid til et glas te og en snak om de nyeste bøger. Jeg kan

anbefale alle, der besøger Istanbul eller bor der at lægge vejen forbi Scala Kitapci i

Hazzo Pulo Pasajı lige ved Istiklal Caddesi. Klokken fem om eftermiddagen er et

godt tidspunkt, sæt dig med et glas te og få en snak. Tiderne skifter og ting sker,

men du er i Istanbul, og du er i live.

Niels Hav

Spørgsmål 9: Du har beskrevet Hüseyin Duygu som "Danmarks uofficielle

kulturambassadør." Hvad kan der gøres for at styrke de kulturelle broer mellem

Danmark og Tyrkiet?

NH: Hüseyin Duygu er en stærk igangsætter, han bor i landsbyen Çukuryurt ved

Saray med sin kone og tre hunde. Det er hans base, men han har venner blandt

digtere og forfattere i hele Tyrkiet. Nu i foråret var vi sammen i Baku i Aserbajdsjan,

hvor der udkom en antologi med 12 danske digtere i aserbajdsjansk oversættelse.

Uden Hüseyins initiativer var det ikke sket. Kunstrådet støtter af og til hans projekter;

men det ideelle ville være et etableret samabejde med Det danske Kulturinstitut eller

Udenrigsministeriet. Med små beløb udretter Hüseyin Duygu store ting, med et fast

tilskud kunne han gøre mirakler.

Spørgsmål 10: Hvordan føles det at have Hüseyin Duygu til at oversætte dine digte

til tyrkisk? Hvilket samarbejde samarbejdede du med for at bevare ånden i dine digte

under oversættelsesprocessen?

NH: Hüseyin kom til Danmark, da han var helt ung, i dag er han senior. Han taler

begge sprog perfekt, det er en sjælden ting. Han oversatte de første af mine digte

sammen med Kemal Özer. Efter Izmit-jordskælvet i 1999 udkom der en antologi med

digte fra mange lande, Hüseyin Duygu inviterede danske digtere til at bidrage. Nu

har vi arbejdet sammen i mange år, vi har oversat tyrkiske digte til dansk og

arrangeret dansk – tyrkiske digteraftner i København. Hüseyin har besøgt min

vestjyske landsby og mødt min Mor, jeg har besøgt hans landsby og mødt familien

og hans Mor. Vi ved hvordan hinanden føler og tænker, det er en priviligeret

situation; jeg er tryg ved at de tyrkiske oversættelser er gode.

Spørgsmål 11: Tilføjer det at blive læst på forskellige sprog nye dimensioner til dine

digte? Har du været overrasket over de reaktioner, du har modtaget fra tyrkiske

læsere?

NH: Den litterære verden i København er et meget lille reservat. Det var en befrielse,

da mine digte tidligt blev oversat, og der kom bøger på engelsk. Pludselig var jeg i

kontakt med skrivende folk i andre lande, digtene blev læst og studeret i en større

kontekst. Der kom bøger på andre sprog, og jeg blev sendt afsted for at støtte

bøgerne i Nord- og Sydamerika, Afrika, Asien og Mellemøsten. Digtene og bøgerne

lever deres eget liv. Ataol Behramoğlu etablerede kontakten til min første tyrkiske

forlægger Enver Ercan, og han skrev et forord til bogen. Han er selv en fremragende

digter med humor og en stærk humanistisk profil.

Spørgsmål 12: Hvordan synes du, at den støtte, du har modtaget fra mestre som

Ataol Behramoğlu, Ahmet Telli og Şerafettin Kaya, forbinder sig med den tyrkiske

poesitradition?

NH: I nogle lande har der været en risiko for, at avantgardepoesien måske mistede

kontakten til det folkelige. I Tyrkiet er der en lang modernistisk tradition helt tilbage til

Nâzim Hikmet og Orhan Veli, men af indlysende grunde har poesien i Tyrkiet aldrig

mistet kontakten med den virkelige verdens problemer. Det har aldrig været gratis at

sige sandheden, mange digtere tilbragte år i fængsel. Poesien har en opgave,

læserne står med en forventning. Det er en glæde, at mine digte fungerer i den

kontekst. Ahmet Telli arrangerede min første oplæsning i Ankara, Meting Cengiz har

været en støtte også i forbindelse med den nye bog, og det var skønt at møde

Şerafettin Kaya i forbindelse med lanceringen. Venskabet med tyrkiske kolleger er

vigtig for mig, jeg er taknemlig for deres hjælp og støtte.

Spørgsmål 13: Hvor meget vil Tyrkiet og Istanbul være en del af dine fremtidige

projekter? Har du nogen planer om en ny bog?

NH: Tidsskrifterne og aviserne er vigtige dele af den litterære økologi, jeg er glad,

når mine digte er involveret dér. Takket være Hüseyin Duygus indsats er det muligt

at være i kontakt med læserne via de kanaler. Tyrkiet og Istanbul vil altid stå højt på

dagsordenen, jeg håber at tilbringe mere tid her i de kommende år. Mine kone

Christina Bjørkøe er pianist, vi har koncerter med musik og poesi hjemme og i

udlandet, det kunne være interessant med en koncert, som også involverer tyrkiske

digtere. Vi optrådte første gang sammen år 2000 i Paris, det her er et jubilæumsår.

Spørgsmål 14: Har du endelig en besked til tyrkiske læsere, især unge, håbefulde

digtere? Selvom tidsskrifter og publikationer ledet af førende personligheder i det

litterære miljø er fremtrædende, tror du så, at unge forfattere og digtere har svært

ved at finde et sted at skinne?

NH: Man siger, at sjælen er født gammel og gennem livet bliver yngre. Jeg er glad

for at du nævner de unge, jeg vil gerne være med på det hold. Tidsskrifter er vigtige

for den litterære udveksling af tanker og ideer, de unge hører med dér, de har

fingeren på tidens puls og kigger ind i fremtiden. Men de unge har også deres egne

kanaler, hver generation finder sin egen platform. Meningen med livet er at leve, kys

når du kan. Ungdommen finder sin egen vej. Jeg holder med de naive, der knokler

videre og satser på mirakler.

Yorum bırakın