Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

Sorgulatan Çorba

,

Okuma Süresi

3–4 dakika

Ali Kerim Tolga

Haddinden fazla dolu bir otobüsün içinde, herhangi bir elimle tutmam için üretilmiş olan bir tutacağa sağ elimle tutunmuş bir vaziyette eve dönmeye çalışıyorum. Bence homo erectuslar soyları tükendiği için kendini şanslı saymalılar, ileride bu hale evrileceklerini görseler bir taraflarıyla gülerlerdi.

Bugün 42. yaş günüm. Güneş batmak üzere ve ben bir otobüs dolusu insanla sıkış tepiş bir şekilde önceden belirlenmiş bir güzergâhta ilerliyorum. Bir an için acaba otobüste “Bugün benim yaş günüm!” diye bağırsam ne olur diye geçiniyorum aklımdan. Ya da yanımda durup benimle aynı şekilde tepeden sarkan tutacağa tutunan kadının kulağına sakince “Bugün 42 yaşıma girdim ben.” desem acaba ne tepki verir? Yapmıyorum böyle bir şey. Toplumun uysal bir kölesi olarak bana verilen susup sorgusuz kabul etme görevime devam edeceğim. Ayrıca artık 42 yaşındayım, korkaklığımın birileri tarafından yargılanacağını sanmıyorum.

Otobüsten zorlanarak da olsa evime yakın bir durakta iniyorum. Aslında her işe gittiğim gün bu durakta iniyorum. Bugünün diğer günlerden hiçbir farkı yok. Bu sokakları tanıyorum, her santimetrekaresinden fakirlik ve umutsuzluk akıyor. Buraya yakıştığımı düşünüyorum. Kaç senedir burada oturduğumu hatırlamıyorum fakat varoluştan önceden beri buradaymışım ve sonsuzluğa kadar burada kalacakmışım gibi hissediyorum.

Yaşadığım apartman gerçekten kötü bir apartman. Hafta sonunu geçirmek isteyeceğiniz türden bir bina değil bu. Burada yaşamak için ya cesaretiniz olmamalı ya da burada yaşamak zorunda kalmalısınız. Ben burayı severek kiralamıştım. Asla kapalı olmayan apartman kapısını (kapısı var, evet) iterek açıp merdivenlere yöneliyorum. Nefret ettiğim daireme doğru huşu içinde yol alırken alt katımda oturan, fosilleşmeye başlayacak kadar yaşlanmış ve kulakları işitmeyen komşumu kapıda beklerken buluyorum. “Bekle.” diyor bana, içeri gidip geliyor. Bu fosilin hareket ettiğine inandıktan sonra tahmin edersiniz ki onun geri gelmesini beklemek bir hayli sürüyor.

“Çorba yapmıştım, hepsini bitiremem ben.” diyerek bana ufak bir tencere uzatıyor.

“Teşekkür ederim.” diyorum.

Fakat teşekkür ederken hiç ses çıkartmıyorum, sadece dudaklarımı oynatıyorum. Yaklaşık çeyrek asır önce ölmüş olan gözlerini bana dikip bir eliyle kulağını işaret ediyor. Biliyorum anlamında başımı sallayıp daireme yürüyorum.

Evin içi dışarıdan daha soğuk. Oldum olası rutubetten nefret ettiğim halde ondan asla kurtulamadım. Ufak elektrikli bir ısıtıcım var, onu çalıştırıyorum. Kışları üşümek pahasına evlerini ısıtma gereği duymayan, polar üzerine ceket giyip o şekilde oturan insanları düşünüyorum. Bir süre sonra içerisi gayet ısınıyor. Ufak bir ev zaten burası. Fazla eşyam yok, hiçbir zaman olmadı. Anlaşılan yaş günümü yalnız geçireceğim. Buna şaşırmıyorum. Kimseden telefon beklemiyordum zaten dersem yalan söylemiş olurum. Birkaç kişinin arayabileceğini veya mesaj atabileceğini umuyordum fakat gün henüz bitmiş değil. Karnım gayet aç, önce bu sorunu çözmeliyim. Dolapta hazır bir şey olmadığını biliyorum. Şu komşunun verdiği çorbayı denemeye karar verip tencereyi ocağa koyuyorum. Ne çorbası olduğunu anlayamadım, su gibi duruyor fakat içinde yeşil bir şeyler var. Bu tür suya benzeyen şeffaf çorbaların olduğunu daha önce duymuştum, hiç görmemiştim ama. Umarım lezzetlidir.

Isınan çorbayı bir kaseye alıyorum, kaseyi tepsiye koyuyorum. Bu çorbaya acaba limon sıkılır mı? Dolaptan bir limon çıkartıp, ortasından ikiye ayırıp tepsinin yanına koyuyorum, belki sıkılıyordur. Tekrar kalkıp mutfağa dönmek istemiyorum. Bayat bir ekmek var, keşke gelirken ekmek almayı akıl edebilseymişim. Neyse artık, televizyonun karşısına geçip oturuyorum. 42. yaş günümü haberleri izleyerek kutlayacağım. Haberler her zaman olduğu gibi dünyada var olan boktan şeyleri anlatırken, çorbaya bir kaşık sallıyorum.

Ot! Bildiğiniz ot. Lanet fosil nasıl yapmış bilmiyorum, bir şekilde bahçeye inip otları toplamış ve tencereye koyup kaynatmış. Beni inek zannediyor sanırım. Çorba değil bu kesinlikle. Bence bu otları topladıktan sonra yıkama zahmetine dahi girmemiş, çünkü azgın kedilerin kızgınlık döneminde sağa sola fışkırttıkları çişlerinin keskin kokusu geliyor içerken.

Yemek yememeye karar veriyorum. En azından bu gecelik. Sokakta birkaç kişi kavga ediyorlar. Seslerini duyuyorum, birbirlerine küfür ediyorlar. Kalkıp camdan bakmak içimden gelmiyor. İnsanların nasıl delirdiklerini düşünüyorum bir süre. Kademeli olarak mı deliriyorlar acaba? Yoksa bir anda mı çıkıp geliyor bu haller. Bir cevap bulamıyorum…

Yorum bırakın