
Muhammet Fatih Dur
İnsan nefes alıp veriyorsa özgür müdür?
Hürriyeti tanımlamak bu kadar basit bir şey midir? İnsanın özgürlüğü üzerine denklem kurulabilecek bir olgu mudur? Ve evet, bu sorular güzeldir; çünkü özgürlüğü sormak, insanın kendini sormasıdır.
Özgürlük tanımsızdır. Baktığın açıya göre yeniden, yeniden ve yeniden şekillenen bir kavramdır. Üstelik herkesin “özgürlük” zannettiği şey de gerçek bir özgürlük olmayabilir; çünkü çoğu insan, kendileri için sahici bir özgürlük tanımı geliştirememiştir.
Peki, bir sözlük tanımı vermek gerekirse:
Özgürlük, bir bireyin herhangi bir kısıtlamaya veya zorlamaya maruz kalmadan istediğini seçebilmesi, yapabilmesi ve hareket edebilmesi hâli; bireyin dış baskılardan, zorlamalardan ya da sınırlamalardan bağımsız olarak düşünme, davranma ve karar verme yetisidir.
Başka bir deyişle kişinin kendi iradesiyle seçim yapabilmesi ve bu seçimlerin sonuçlarına katlanabilmesidir.
Burada önemli bir soru daha karşımıza çıkar:
Bireyler, gerçekten özgür olmak istiyorlar mı?
Özgür olmak, talep edilen bir şeydir. Eğer özgürlüğü talep etmezsen kimse sana özgürlük sunmayacaktır. Burada atalarımızdan gelen bir söz akla geliyor: …semer vuran çok olur.
Özgürlük, düşünmeyi ve sorumluluk almayı gerektirir. Oysa düşünmek, ciddi bir çaba ve yorucu bir süreçtir. Düşünmek, düşünmeyi seçmeye karar vermek demektir ve düşünmeyi seçmek, en zor olanıdır. Çünkü okuman, direnmen, çabalaman ve kendini ifade edebilmen gerekir. Bu sebeple özgürlük, kutsal bir değerdir. İnsanın başkalarından izin almadan kendini var edebilmesi demektir.
Bu noktada Jean-Jacques Rousseau’nun sözleri yankılanır:
İnsan özgür doğar ama her yerde zincire vurulmuştur.
İnsan özgür doğar fakat büyürken toplumsal normlar, gelenekler ve yasalar aracılığıyla özgürlüğü budanmaya başlanır. Toplum bu durumu şöyle savunur:
Özgürlüğü sınırsızca tanımak, sonunda özgürlüğün kendisini yok edebilir.
Çünkü herkesin her istediğini yapmasına izin verilirse güçlü olanlar zayıfların özgürlüğünü bastırır. Dolayısıyla özgürlüğü korumak için bazı sınırların, kuralların gerekli olduğu kabul edilir. Bu özgürlük paradoksunu özellikle Karl Popper “Açık Toplum ve Düşmanları” adlı eserinde şöyle açıklar: Sınırsız hoşgörü, hoşgörüyü yok eder. Eğer hoşgörüsüzleri de hoş görürsek ve onlara düşüncelerini zorla dayatma hakkı tanırsak sonunda hoşgörüyü yok edeceklerdir.
Bu durum benzer şekilde özgürlük için de geçerlidir:
Mutlak özgürlük = Güçlünün özgürlüğü, zayıfın ezilmesi
Düzenli özgürlük = Herkes için dengeli ve adil sınırlar
Bu nedenle özgürlüğü koruyabilmek için zaman zaman özgürlüğe sınırlar koymak zorunludur.
İşte bu gerilim -yani özgürlüğün ancak sınırlanarak korunabileceği düşüncesi- özgürlük paradoksu olarak adlandırılır.
Özgürlük için özgürlük feda edilmeli mi? Önemli bir soru bu. İnsan, her duruma alışabilen bir varlıktır. Özgür olmadığı bir duruma da alışabilir ve onu kendi normali hâline getirebilir. Bu noktada özgürlük, kolaylıkla “güvenlik” algısıyla takas edilebilir.
Bu konuda Benjamin Franklin şu uyarıda bulunur:
Güvenlik uğruna temel özgürlüklerinden vazgeçmeye hazır olanlar, ne özgürlüğü ne de güvenliği hak eder.
Bu bakış açısından bakarsak özgürlük hiç bir şey uğruna feda edilemez.
Tam bu anda Thomas Hobbes’un sesi de bize ulaşır:
İnsanın doğal hâli, herkesin herkesle savaş hâlinde olduğu bir kaostur. Güvenlik için özgürlüklerinden feragat edip bir egemene boyun eğmek gerekir. Hobbes’a göre güvenlik, özgürlüğün önünde gelir. Çünkü hayatta kalmadan özgürlüğün bir anlamı yoktur.
Güvenlik kaygısı ve hayatta kalma dürtüsü, bireyin özgürlük üzerine düşünmesine dahi fırsat tanımaz.
Giorgio Agamben ise modern çağın bu durumunu şöyle özetler:
Modern çağda özgürlükler, sürekli bir istisna hâli bahanesiyle askıya alınır. Güvenlik politikası, özgürlüğün sürekli bir ertelenmesi hâline gelmiştir.
Bu bahsettiğimiz paradoksu en iyi kullanan kesim ise iktidarlar, güç sahipleridir. Bireylerin karışık zihnine şüphe tohumları ile güvensizlik aşılarlar. Korkan insan kendini feda eder. Korkarken de pek fazla düşünmez. Kulaklarında susmayan dünyanın sonu senaryoları beynini iğdiş etmiştir. Kendini korkuya teslim eden birey için özgürlük tehlikelerin ardına ertelenen bir düş olmuştur. Bu düş bitmeyen ve bitmeyecek tehlikelerin ardında küflenmeye bırakılmıştır.
Çeşitli bahaneler ile kısıtlanan özgürlük alanlarımız daha sonra sınıfsal açılımlar ile müşterilerine açılır. Farklar arasındaki farklar görünür hâle gelirken sıradan ve sahipsizlerin alanları hâlâ kısıtlıdır. Sahipsizler, dar alanda kısa paslaşmalar ile hayatını idame ettirmeye çalışır. Buna hayat denilebilirse.
Ne efsunkâr imişsin ah ey didâr-ı hürriyet
Esîr-i aşkın olduk gerçi kurtulduk esâretten
(Ey hürriyetin güzel yüzü, ne büyülüymüşsün ki
Esaretten kurtulduysak da aşkının esiri olduk)





Yorum bırakın