
Sokak lambalarının bazen soluklaşan bazen dirileşen aydınlığında, yağmurla dün geceden beri yıkanan kaldırımlarda yankılanan adımlarımın sesleri arasında yolumda yürüyorum. Ortalığı hafiften bir sis kaplamış, ara ara önüme ve yere bakarak sokağımda ağır ağır ilerliyorum. Yağmur sonrası asfaltın rengi önceki gece gibi kararmış ancak üzerindeki ıslaklıkla bir ayna gibi sabahın ilk ışıklarını gözlerime yansıtıyor. Gölgelerin sabah uzun olma gibi bir huyları var, bükülüp büzüşecek ve ayağımızın altına kaçacaklar ancak henüz zaman var.
Şehrin sabah hafiften dolmaya başlayan yollarında dolaşan otomobillerin ağır ağır ıslak asfalttan geçerken çıkardığı sesler derin bir iç çekişi andırıyor. Bahar gelmiş şehrimin sokaklarına. Yağmurdan bunu anlıyorum.
Kıştan miras bir melankoli, daha iki hafta geçmemiş olan kar yağışının hâlâ hissedilen soğuğuyla birlikte havada asılı. Hemen gitmeye niyeti yok ancak takvimlerin gösterdiğine göre evin yeni misafiri geldi, soğuk havanın kendisini fazlalık gibi hissetmeye başlayıp ayrılması çok zaman almayacak gibi.
Sokak aralarında çiçeklerin açması ve dalları süslemesi için sanki henüz erken. Sabahın uzun huylu gölgelerini sergileyen ağaç dalları; şehrimin dar sokaklarının duvarlarında serbest çalışıyor, çizdikleri siluetler uzun ve kırık.
Şehrimin sokağından şehrimin caddesine çıkıyorum. Kışa canlı renkleriyle girip çamur gibi yağan kar sonrası kirle kaplanan tabelaların yorgunluğu, dün geceki yağmurla silinmiş gibi. Hepsi parıl parıl parlıyor. Yürümeye devam ediyorum. Yağmur tabelalara yararken afişlere ise acımamış, nemle sarkmış hatta yer yer dökülüp siyasilerin vaatleri gibi yerlere yapışmışlar. Bahar oraya da hafiften “Geliyorum.” demiş gibi.
Caddede sol baştan üçüncü kapı eski bir sahaf, bahar oraya uğramış uğramasına ama kış da hâlâ gitmemiş. Sahafın açık kapısından dışarı bir melodi sesleniyor. Piyano duyuyorum. Satie bu, cehennemde duysam tanırım: Gnossienne No. 3.
Bahar burada farklı tınlıyor – daha yoğun bir aroma var. Sokağı bir sis kaplamış. Şehrin esneye esneye uyanan ve iç çeken sokaklarında, caddelerinde unutulması kaçınılmaz ancak hâlâ dolaşan o kış soğuğunun son demleri ile daha keskin, daha belirgin olan baharın ilk teması burada birbirine karışmış. Ancak ara sokaklardaki uyku ile uyanıklık arasındaki o hâl burada biraz daha uyanıklık ile tanışmış gibi. Ancak bu çok da tatlı bir uyanıklık değil sanki. Şehir uyanıyor ama neye uyandığı konusunda zihninde soru işaretleri henüz cevaplanmamış, ruhunu bir isteksizlik sarmış.
Yeniden doğuş, baharın en büyük vaadi ancak şehrimin her yerine aynı kuvvetle dokunmamış.
Öksürüyorum birden. Ciğerlerimin henüz taze havayla tek başına teması için erken. Siyah tabakam, çantamın ön gözünde. Çıkarıp içinde yalnız kalmış sigaramı ağzıma alıyorum. Çakmağın alevi, caddenin canlanan gününün suni ve tabii ışıklarına karışıyor; ateşin cızırtısı da caddenin seslerine…
İlk nefes, tütünün keskinliği boğazımdan yavaşça inerken bir yandan da baharın taze havası doluyor içeri. Yolda karşılaşmış iki eski ahbap gibi kol kola verip ciğerlerime geçip oturuyorlar, içerde biraz sohbet edip işlerine güçlerine gidecek iki eski dost.
Şehrimin aksine bazı şehirlerde zaman donmuştur, sokaklarında mevsimler görünmez. Sadece gündüz ve gece vardır. Geceler de artık gündüz gibi aydınlanır olduğundan aslında fark sadece bir renk tonudur. Ancak benim şehrimde öyle değil. Şehrimin dar sokakları ve geniş caddelerinde mevsimleri bir bakışta seçebilirsiniz. Sadece zaman zaman erken gelirler, bazı zamanlarda da ne zaman gideceğini sorgularsınız. Mevsimlerimiz vardır ancak geliş gidişleri dalgalı bir seyirdedir.
Baharın getirdiği tazelik hepimizin arzusu olsa da bazı hikâyelerimiz kışı arzular. Bu hikâyelerimiz, sık sık kullandığımız bir otobüs durağının duvarında üç seçim öncesinden kalmış bir muhtar adayının geçirdiği mevsimlerle solmuş bakışları gibi sürekli silinir ama asla tamamen kaybolmaz. Bu hikâyeler için bahar sadece bir mevsimdir, kişinin durağanlıktan katılaşmış ruhuna asla yeni bir nefes aldırmaz.
Kendi kendime daldığım düşünceler deryasında boy vermişken bir ara kafayı çıkartıp sahafı geçiyorum. Sigaram bir nefeslik daha doluyor ciğerlerime. Caddenin sonunda şehrimin parkı var. Kenarında durup izliyorum, bir an içimden geldi. Parktaki banklar taştan, üzerlerindeki yağmuru ya emmiş ya da dökmüşler. Sisin içinde parkta hareket eden figürler birer eskiz gibi görünüyorlar.
Parka bahar gelmiş gibi. Kokudan anladım onu. Taze çimen kokusu, yağmur sonrası sisin içinde burnuma doluyor. Bir yandan da sigaramı içiyorum. Sigaramın dumanı ile sisli hava içime doluyor. Şehrimin baharı ciğerlerime dokunuyor, öksürten bir bahar.
Şehir ağırdan uyanırken gölgelerim kısalmaya başlıyor. Parkı geçiyorum. Sokakların ve kaldırımların kıştan kalan bir bezginlik taşıdıkları anlaşılıyor, baharın getirdiği yenilik buradaki sokaklara tam yansımamış gibi. Kaldırımda henüz yıkanmamış kısımlar görünüyor. Artık sahaftan gelen Satie duyulmuyor. Parkın aşağısına, sahile doğru iniyorum.
Sahilde hayat asfaltta hızlı, kaldırımda normal akıyor ancak tam boğazın kıyısına mevsim fark etmeksizin dizilen balıkçılar için saat ilerlemiyor gibi. Sahil tarafına geçmiyorum. Hava bunun için hâlâ biraz serin. Balıkçılar ise umursamıyorlar gibi. Baharın gelişi de onları pek germemiş gibi hatta, dün ne yapıyorlarsa bugün de aynısını yapıyorlar. Ağızlarında benim gibi bir sigara ile akşamı çıkarmak derdindeler.
Hayat devam ediyor, ediyor etmesine de her zamanki gibi ediyor. Sahildeki balıkçılar haricinde araçlar ve insanlar gelip geçiyor görüş alanımdan. Balıkçılar ise sabit. Onları izlerken kalakalmış ben gibi.
Mevsim değişiyor, yoldan diğer insanlar da gelip geçiyor. Gözümün görüş alanından yüzler, yüzleri takip ediyor. Durduğum yer bana kök saldıracak gibi. Adımlamaya devam ediyorum, baharın neyi geri getirdiğini ve neyden kaçmanın hâlâ mümkün olmadığını düşünerek. Tırmanan kaldırımı takip ederek şehrin gölgelerine karışıyorum.
Bu sisin ve uzun gölgelerin arasında adımlarken kaldırımları, muhtemelen önümdeki ve ardımdaki yüzler gibi ben de merak etmeden duramıyorum:
Acaba ruhumun kışı ne zaman bitecek? Görebilecek miyim bir daha baharı?
Erkin Tolga Sayılkan





Yorum bırakın