
Ramazan’ı yaşadığımız bugünlerde, ilk dayak haberini sabırsızlıkla beklemekteyim. Unutmamamız gereken bu geleneğimizi yaşatmalı ve “Sen nasıl oruç tutmazsın ya kâfir?” diyerek o hadsizin haddini bildirmeliyiz. Göreneklerimizi yaşatmaya çalışan abilerimiz giderek yaşlandığı için onların yerlerini dipçik gibi gençlerle doldurmalıyız. Geleneksel Ramazan dayakları yaşatılmalı!
İronik olarak yazdığım bu cümleleri gerçekten yaşayan ve düşünen insanların olduğuna eminim. Dinin belli başlı zamanlara ve anlara sıkıştığını sanan nice milyonlarımız var. Din kavramının bir yaşam demek olduğunun farkında olmayan milyonlar…
Geçtiğimiz günlerde bir arşiv kaydını izledim. “Saygı duyulan Ramazanları özledik.” başlığıyla paylaşılıyordu. Ramazan ayı yaklaştığı için “Son içkimi içiyorum.” diyen vatandaşlarla yapılan röportajlar vardı. İnsanlar, Ramazan’da saygıdan dolayı alkole “ara” verdiklerini söylüyorlardı.
Burada kullanılan “saygı” kelimesi aslında baskı sonucu ortaya çıkan bir durum ve bu saygı Tanrı’ya değil Tanrı’nın kullarına gösterilmesinin zorunlu olduğu düşünülen bir saygı. Bu saygı Allah’a gösterilmesi gerekirken kullara gösterilmektedir. Burada söz konusu “son içkim” durumu da zorunlu çünkü bir ara meyhaneler Ramazan ayında kapatılıyordu. Osmanlı’da Ramazan ayında meyhaneler kapatılır, alkol satışı tamamen yasaklanırdı. Bu yasak hem dinî hassasiyetler nedeniyle hem de toplumsal düzenin korunması amacıyla uygulanırdı. Meyhaneler genellikle Hristiyan veya Yahudi tebaanın işlettiği yerler olduğu için bazı bölgelerde Müslüman olmayanların özel izinlerle içki tüketimine devam ettiği de bilinmektedir.
Bu durum Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde de büyük ölçüde devam etti. Ramazan ayında alkol satışı kısıtlanır, meyhaneler kapatılır veya belirli saatlerde çalışmasına izin verilirdi. Özellikle muhafazakâr belediyeler bu tür uygulamalara önem verirdi.
Mesele, burada zorunlu bir saygı beklemektir. Saygı, zorunlu olduğunda tahakkümün bir parçasına dönüşmekte ve dinin kendisine zarar verebilmektedir. Geleneksel dayak şenlikleri, oruç ibadetinin feyzine varamamış zavallıların bir gösterisine dönüşmektedir. Dini tek aya indirerek tüm dini gerekliliklerin, tek bir hacla tüm günahların silineceğine inanıldığı gibi, giderilebileceğine inanmaktalar.
Ramazan ayını çok severim. Kurulan sofralar, yakılan mahyalar, düzenlenen eğlenceler ile bayramı bir aya yaydığımız bir zaman dilimi. Her zaman tam vaktinde gelen bir ay. Sezai Karakoç’tan alıntılamak gerekirse:
Oruç hiç gecikmeden, yolunu şaşırmadan, tam saatinde, dinç ve genç, tarihin dinamizmini de özünde gaybın üfleyişi gibi taşıyarak geldi. Mademki geldi, onu iyi tanımak gerek.
Oruç boş bir çerçeve olarak veya bir mevsim gibi sadece tabiatın bir parçası olarak gelmedi. Tarihin bir parçası olarak geldi. Dolu geldi. Kendindekini boşaltacak. Giderken de dolu gidecek. Dolu gitmeli. Siz sanmayın ki oruçta yalnız siz susar, siz acıkırsınız. Oruç da susar, oruç da acıkır. Çünkü oruç da canlıdır. Sizin gibi. Hatta sizden fazla…
Orucu tanımak gerek. Orucu saf bir açlıktan çıkartıp onun niyetini öğrenmek gerek. Onun terbiyesinden geçmek gerek. Nedir tam olarak? Hz. Muhammed’in hadisiyle cevap vermek lazım:
Kim yalan konuşmayı ve yalanla iş yapmayı terk etmezse Allah’ın o kimsenin yiyip içmeyi bırakmasına ihtiyacı yoktur.
Oruç dediğimiz şey sadece aç kalmak değil tabii ki! Yani, sabahtan akşama kadar yemeyip içmeyerek görev tamamlandı sanmayın. Madem oruç tutuyorsunuz, dilinize de sahip çıkın! Yalan mı söylüyorsunuz? Dedikodu mu yapıyorsunuz? Sinirlenip kavga mı ediyorsunuz? Ee, o zaman aç kalmanın anlamı ne? Allah, açlık grevi yapın diye oruç emretmedi sonuçta.
Peygamber Efendimiz de sadece aç ve susuz kalmanın Allah katında makbul olmadığını bildirmiştir. Yani, sabahtan akşama kadar aç dolaşıp sonra iftarda üç tabak yemek yiyerek orucun ruhunu yakalamış olmuyorsunuz. Asıl mesele kendini kontrol edebilmek, kötü sözlerden uzak durmak ve sabretmeyi öğrenmek.
Bu arada, oruç, çekilesi bir çile de değil. Öyle “Ne kadar zorlansam, o kadar sevap kazanırım!” diye düşünmeyin. Kur’an açıkça “Allah size kolaylık diler, zorluk dilemez.” diyor. Yani, iftarı geciktirip kahramanlık yapmanıza da gerek yok. Efendimiz “Sahuru kaçırmayın, iftarı da hemen açın.” demiş.
Sonuç olarak, oruç, bedene eziyet etmek için değil insan olmayı öğrenmek için tutulur. Ama tabii, isteyen sadece aç kalıp sinir küpü olmayı da seçebilir.
Seçim sizin!
Muhammet Fatih Dur





Yorum bırakın