Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

Baharın İzinde: Doğa ve Ruhun Uyanışı

,

Okuma Süresi

2–3 dakika

Baharın gelişi bellidir cemreden. Kaç milyon yıllık dünya öğretti bunu insanlara. Bahar gerçekten gelir mi? Günler, aylar geçer mevsimler değişir. Mevsimler değişiyorken insanlar değişir mi? Hayatlarımız, aldığımız soluk, bakışımız, ruhlarımız değişir bizim de.

Baharın dünyaya gelişi cemreden bellidir. İnsanın hayatına gelecek olan baharı da gözlemek gerekir. Bilemeyiz nereden geleceğini. Hayatımıza kimin dokunacağını, hangi kudretin algımızı değiştirip bizi bahara cesaretlendireceğini bilemeyiz. Kış bahçelerinde çokça beklediğimiz zamanlar olur ve bir elin gelip o bahçeye ışık tutmasını bekleriz. Bekleyiş bazen ağırdır, bazen sabırsızlıkla dolarız. Ama bahar gelir. Sessizce, usulca; önce toprağa, sonra suya, sonra havaya işler. Bir sabah uyanırız ve içimizdeki ayazın geçtiğini fark ederiz. Güneşin içimizi ısıttığını, üşüyen ruhumuzun çözüldüğünü…

Bahar, doğanın hatırlattığı en büyük mucizelerden biridir. Kışın soğuk, sessiz ve umutsuz gecelerinde kaybettiğimiz her şey baharla birlikte yeniden doğar. İnsan da böyledir aslında; en sert rüzgârların savurduğu, en uzun gecelerin yorduğu bir ruh bile bir gün yeniden filizlenebilir. Nazım Hikmet “En güzel deniz, henüz gidilmemiş olandır.” der. Belki de en güzel bahar, henüz gelmemiş olandır. Çünkü insan, umut ettikçe yaşar.

Ahmet Haşim, baharı “renklerin ve ışığın bayramı” olarak tanımlar. Bahar; insanın içindeki yaraları ışıkla sarar, kuruyan dallara su yürütür. Belki de hayat, mevsimler gibi döngüseldir. Her kış, baharın habercisidir.

Ve biz, kış bahçelerinde beklerken belki de içimizdeki baharın çoktan doğduğunu fark etmeyiz.

Baharın gelişi yalnızca doğanın döngüsüyle mi ilgilidir, yoksa insanın iç dünyasında da bir karşılığı var mıdır? Doğa, zamanı geldiğinde kendini yeniler; toprak, su ve hava, mevsimin kanunlarına boyun eğer. Peki ya insan? Bahar bizim içimize de gelir mi, yoksa yalnızca dışarıda mı yaşanır?

Her şeyin değiştiğini kabul etmek kolaydır ama insanın değişebileceğini kabul etmek zor gelir. Zihnimiz, alışkanlıklarımızın ve hatıralarımızın ağırlığında şekillenir. Her yeni gün, geçmişin gölgesinde doğar. Ancak Mevlânâ’nın dediği gibi:

Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel.
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.

Gerçekten de bahar sadece toprağa değil, ruhumuza da düşebilir. Ama biz onun gelişini fark edebilir miyiz? Yoksa insan, kendi kışında yaşamaya öylesine alışmıştır ki baharı kapısının önünde bile göremez mi?

Nietzsche “Hayatın kendisi, en dirençli ve en sert kayaların arasından bile yol bulan bir güçtür.” der. Doğanın kanunu, yaşamın her şeye rağmen devam edeceğini gösterir. Belki de en büyük yanılgımız, baharın dışarıdan geleceğini sanmaktır. Oysa bahar, içimizde açmaya hazır bekleyen bir çiçektir. Onu görmeye, ona inanmaya başladığımızda dünyamız da değişmeye başlar.

Çünkü bahar yalnızca zamanın döngüsüne bağlı bir mevsim değil, insanın ruhunda yeşermesi gereken bir farkındalıktır.

Bahar yalnızca açan çiçeklerde, ısınan havada, uzayan günlerde değildir. Bahar bazen bir insanın gülümseyişinde, bazen bir kelimenin içimize ektiği umutta, bazen de bir anda aldığımız derin nefeste saklıdır.

Sokrates “Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez.” der. Belki de insanın içindeki baharı bulması kendi kışını sorgulamasıyla mümkündür. İçimizde neleri dondurduk? Hangi duygularımızı, hangi hayallerimizi soğuğa terk ettik? Baharı beklemektense onu yaratmaya cesaret edebilir miyiz?

Ve belki de asıl soru şudur: Bahar gelir mi, yoksa biz mi onu çağırırız? Biliriz ki hiçbir kış sonsuza kadar sürmez. Ve yeterince bekleyenler için bahar, en güzel haliyle doğar.

Ayşegül Erciyas

Yorum bırakın