
Baran Aksan
Sisli karanlık ve yağmurlu bir sabah… Yağmur, bir müzik eseri gibi cama vuruyor. Bir parça çalmakta sanki cama vuran damlalar. Tik tak tik tak bir saat gibi vuruyor hafızama geçen günler. Bir anda karşımda aniden parıldayan bir ışık seziyorum. Karşımdaki ışığa doğru baktıkça ürperiyor gözlerim. Sahi kim inanır yolda olana ve kim inanır yolundan tersine dönene? Bilmiyorum. Yorgunluk çöküyor ışığa bakınca.
Bir otobüs yolculuğu kaç saat sürer? Bir saat, belki bir gün… Hiç bitmesin istedim o yolculuk ve hep zihnimde kalsın, unutmayayım. Düşler ülkesine gidiyorum sanki; prensesleri, devleri, perileri görmeye. Zırhını hiç elinden bırakmayan bir asker gibi bakıyordum dışarıya. Otlayan inekler, kuzular, koyunlar; yeşiller arasında birer mum gibi parlıyor akşam vakti. Hafiften uykum gelirken kafamı cama yaslıyorum, hayallere dalıyorum o vakit. Kulağımdaysa gene o şarkı:
“…Cause everybody knows, the things she does to please…”
Uyuyorum, uyanıyorum. Karşımda seni görür gibi oluyorum. Ah o yamuk bakan gözlerin, dünyanın en kibar elleri, sonsuzluğa uzanan perçemlerin!.. Görür gibi olduğum vakit bir rüyadan uyanmış gibiydim ve şarkının devamını söylüyordum:
“…See the way she walks, hear the way she talks…”
Ucu bucağı olmayan platolardan geçiriyor bizi bu otobüs. Hiç görmediğimiz yerlerden… Belki bir Claude Monet tablosu izliyoruz dışarı bakarken. Ya da İbrahim Çallı…
Bir tek şarap içmediğimiz kalmıştı, tüm romantizmi tamamlamak için. Yollar, sen, ovalar, ormanlar… Her şeyi romantize etme çabamız nedendi? Ve niçin biz bu yolları seçtik? Nereye gideceğimizi bilmeden… Körkütük iki âşık gibi ve hiç sevişmeden…
Bakıyorum, uykumun yarısındayım. Zaman algım yitip gitmiş. Hangi terminalde üşüyorduk seninle? Hangi şehirlerde öpüşüyorduk sürekli? Ah senin şu cilvelerin, ah senin şu keskin bir ip gibi duran dudakların!.. Etrafımızda artık kocaman arabalar var, kocaman binalar. Karanlık bir gökyüzü, bulutsu bir yalnızlık hücremizde… Gitgide daha da güzel oluyor gözümde canlanan hatıralar. Eski bir dostu tekrar görmenin verdiği hüzünle otururken karşına… Sen çizmelerini giymişsin deri kaplı ve çamurlu elbiselerini temizler gibi yağmurda. Siyah kabanını, boynuna attığın gri renkli atkın ile…
Nasıl günleri eskittiğimize bakalım. Hangi şiirlerde çıkar bu anın kokusu? İsle karıştı havanın dokusu. Kalbim bir çakmak taşı gibi yanıyor.
Ufaktan incecik sesinle konuşuyorsun, okşuyorsun ellerimi. Hiç bırakmanı istemediğim ellerimi… Kibar ellim, yamuk bakışlım, inci mercan gözlüm, sarhoşluğum…
Kafamdaki radyoda şarkı değişiyordu. Seni ilk gördüğümde kafamda bir melodi canlanmıştı. Ah o “İlk Buluşma”!.. Ne güzel bir şarkıydı, avuçlarımda kanardı. Heyecandan senle konuşmayı unuturdum; beraber edebiyat konuşurduk, sonra müzik. Bazen çiçekler ve hoş tablolar… Gözlerin inanılmaz keskindi senin. Öyle incelerdin ki şiirleri, öyküleri, tabloları. İnanamazdım!
Senin yanında olduğuma inanamıyorum. Yolculuk hiç bitmese keşke. İç geçiriyorum, camlara “Hoh!” yapıyorum, ismimizi yazıyorum.
Femme Fetale, Femme Fetale… Ne güzel bakıyorsun camdaki ismine. Elimi ısıtan kibar ellerinle. Ojelerinin parlaklığı, içimde savaş çıkarttı. Aman Tanrı’m! Sana karşı tüm perdelerimi indirdim sonunda. Öyle etkiledin ki beni uzun yol boyunca.
En sonunda kandırdın beni, yokmuş bir şey. Yalanmış Claude Monet, yalanmış beyitler.
Son bir kez görseydim onu.
Yapabilecek Bir Şey Yoktu…
Bahsi Geçen Şarkılar:
The Velvet Underground and Nico – Femme Fetale
Kafabindunya – İlk Buluşma
Kafabindunya – Yapabilecek Bir Şey Yoktu





Yorum bırakın