
Ekrem Müftüoğlu
Bu karmaşa neyin nesi böyle? Bu insanlar ne için koşturuyorlar? Aptal aptal yüzüme bakan o suret neyin nesi? Bak hele, kaldırım taşını başıma yastık yapıyorlar. Kalkmalı mıyım? Oha, ben bu kadar ağır mıydım yahu? Olsun, kalkacağım.
Neyin şaşkınlığını yaşıyorlar? “Yat, yat. Kalkma!” diyenler var. Sana mı soracağım birader? Ömrümde bir daha görmeyeceğim elemanların saçma öğütlerine mi kaldım? Belki de kaldım. Bir iki adım atıyorum öteye yalpalayarak. Ne olduğunu anlamaya çalışıyorum. Kalabalık yarılıyor karşımda. Süper kahramanın süper kötü ile dövüşeceği sahne gibi bir sahne oluşuyor önümde. Kahraman da yok ortada, kötü de.
Bir adam geliyor koştura koştura. “Nerede? Nerede?” diye bağırıyor. Beni gösteriyorlar, endişeden kaskatı kesilmiş beni sallıyor olduğum yerde. Dengem şaşıyor, uykum geliyor, uyuyorum.
Bir huri tepemde duruyor. Tüh ulan! Huriler bu kadar çirkin mi olacaktı? Aptalca bir gülme tutuyor. “Çok mu mutlusun burada olduğuna?” diyor huri. “Yok, burada olduğum için değil.” diyorum. Bir zebani edasıyla vücuduma acı verici iğneler saplamaya başlıyor sonrasında. Uykum geliyor, uyuyorum.
Bir jandarma karşımda duruyor. Ne olduğunu soruyor bana. Aynı fikirdeyim jandarma kardeş, ne oldu acaba? “Bir adım attım ama sonrası yok bende.” diyorum.
Bir adım attım ama sonrası yok bende.
On yıl evveldi işte birader. Dün gibi hatırlıyorum hâlâ. Bir şey olmadı çok şükür. Şoförü de salıverdiler. On yılda bir nüksediyor.
Öyle nükseden bir şey mi lan bu? Biraz dikkat et adım atarken.
Kalkıyorum yanından. Evime doğru birkaç adım atıyorum. Bir adım atıyorum, bir kadın yolumu kesiyor. Evvelden tanıyorum sanki bu kadını ama çıkaramıyorum. Sohbet etmeye başlıyoruz. Biraz sonra yollar ayrılıyor. İlginç geliyor bana, anlamlandıramıyorum.
Eve vardım şimdi. Her taraf karanlık. Işığı açmaya tenezzül etmiyorum. Bilgisayara oturup bir şeyler yazıyorum öylece.
Yazarken arkamdan birinin beni izlediğini hissediyorum. Arkamı dönünce yolda karşılaştığım kadını görüyorum gene. Nasıl girdi buraya zerre fikrim yok, gene de bozuntuya vermiyorum. Bir adım atıyorum. Kadın bir canavarın bedenine bürünmüş, eli kolu bağlı. Bir bıçak alıp kesiyorum bağlarını. Bıçağı alıyor elimden, göğsüme vuruyor. Yemyeşil bir kan fışkırıyor göğsümden.
Her tarafım ağrıyor. Bilgisayarı kapatıp evden çıkıyorum. Gün doğmuş. Kadın geliyor ötelerden, yanında bir çocuk. Kendi çocuğu olabilmesi için çocuk çok yaşlı, kadın ise genç. Çocuk konuşmaya başlıyor. Çocukla birlikte biz de konuşuyoruz. Çocuk gidiyor, biz gitmiyoruz. Yol bitene kadar devam ediyor konuşmamız.
Osman ile buluşuyorum sonrasında. Gazi Osman, çok sağlam bir kardeşimiz. Oturur dinler, yol gösterir kendince. Yollardan bîhaberdir aslında, kalmayı ise çok iyi bilir her kuşatmaya karşı ordusuyla surlarında.
Bir adım attım ama sonrası yok bende.
On yıl evveldi işte birader. Dün gibi hatırlıyorum hâlâ. Bir şey olmadı çok şükür. Şoförü de salıverdiler. On yılda bir nüksediyor.
Öyle nükseden bir şey mi lan bu? Biraz dikkat et adım atarken.
Kalkıyorum yanından. Evime doğru birkaç adım atıyorum. Bir adım atıyorum, kadın gene yolumu kesiyor. Sohbet etmeye başlıyoruz. Biraz sonra yollar ayrılmıyor. İlginç geliyor bana, bozuntuya vermeden devam ediyorum.
Eve geliyorum. Kadın karşımda duruyor, turuncunun tonlarında dolaşıyor saçları saniye saniye. İzlemeye doyum olmuyor, izliyorum. Gülmeye doyum olmuyor, gülüyorum.
Rutin hiç bozulmadan haftalar geçiyor. Bir gün kadın yolumu kesmiyor. Ben onun yolunu kesiyorum. Sonra Gazi Osman gelip gülüyor.
Öyle nükseden bir şey işte lan bu! Biraz dikkat et adım atarken.
Sen yol gitmeyi bilmezsin. Savunma harbinde alırım desteğini rahatla.
Sen yol gitmeyi bildiğini sanan bir ahmaksın, ötesi değil. Hiç rahat olma.
Gülüp geçiyorum. Yeni bir rutin oluşuyor zamanla. Rutin var da, bir türlü yolun tamamını eşleyemiyoruz kadınla. Gene de bir huzur var kokladığımız havada.
Yelkovan rakip edasıyla dönmeye başlıyor yuvasında. Akrep, akrep edasıyla sokuyor. Hayda!
Arkamı dönünce o kadını görüyorum gene. Nasıl girdi buraya zerre fikrim yok, gene de bozuntuya vermiyorum. Bir adım atıyorum. Kadın bir canavarın bedenine bürünmüş, eli kolu bağlı. Bir bıçak alıp kesiyorum bağlarını. Bıçağı alıyor elimden, göğsüme vuruyor. Yemyeşil bir kan fışkırıyor göğsümden.
“Ben” diyorum, “Yolunu kestim. Affet!”
Kadın hiç oralı olmuyor.
“Ben” diyorum, “Kalbini ezdim. Affet!”
Kadın hiç oralı olmuyor.
“Ben” diyorum, “Bir insandım ve hata ettim. Affet!”
Kadın kahkaha atmaya başlıyor. Yer gök inliyor. Yer göğe, gök yere çatıyor. Büyük bir düşmanlığın çanları çalıyor kulaklarda.
Ben seni affetmeyeceğim. Hataların zerre umurumda değil. Sen en yanlış adımı attın. Gazi Osman’ı dinlemeliydin. Sen, yol gitmeyi bildiğini sanan bir ahmaksın! Ötesi değil.
Kahkaha atmaya başlıyorum. Yer gök inliyor. Yer göğe, gök yere çatıyor. Büyük bir düşmanlığın çanları çalıyor kulaklarda.
Haklısın.
Evren duruyor. Akrep duraklıyor. Çanlar susuyor. İnsanoğlu tek bir ağızdan konuşmaya başlıyor, bütün işini gücünü bırakıp. “Sen” diyorlar bana, “Neden bütün öfkeni kusmuyorsun seni bile isteye böylesine yaralayana!”
Benden ötesi var çünkü dünyada!
İnsanoğlu hâlâ tek bir ağız. Bu sefer konuşmuyorlar, yalnızca kahkaha sesleri göğü titretiyor.
Gözlerim küçülüyor yüzlerine bakarken. Tek tek bakıyorum yüzlerine. Pek kallavi bir cevap bekliyorlar dudaklarımdan dökülecek. İyice süzüyorum her birini.
Gülümsüyorum.





Yorum bırakın