Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

Hepimiz Biriz

,

Okuma Süresi

6–9 dakika

Yakup Yılmaz

Gecenin karanlığında yağmurdan ıslanmamak için var gücüyle koşuyordu. Etraf birden aydınlandı, o an yüreğini korku kapladı ve kalp atışları hızlandı. Hemen ardından yüksek bir gürleme sesi duyuldu. Korkudan tökezledi ve birkaç kez yuvarlandıktan sonra tekrar ayaklarının üstüne bastı. Bu ne sesiydi böyle? Bu ses nasıl bir canavara aitti? Hemen saklanacak bir yer bulmalıydı. Biraz soluklandıktan sonra tekrar koşmaya başladı. İleride kocaman bir ev göründü. O eve bir delik bulup girmeliydi. Her ne kadar insanlar ile ilgili korkunç hikayeler anlatılsa da bunu yapmalıydı. Yoksa hem ıslanacak hem de bu korkunç canavara yem olacaktı. İnsanlar ne kadar kötü olabilirdi ki? Bu canavar kadar kötü olamazdı herhalde.

◆◆◆

Yağmur damlaları pencereyi döverken odunları sobaya yerleştirdi. Elleri buz kesmişti. Ruhundaki karanlık yetmezmiş gibi etraf da kapkaranlıktı. Yerdeki kibriti aldı ve kibrit kutusuna beceriksizce sürttü. Kibrit yanar gibi olmuştu ama ortadan ikiye kırıldığı için üst kısmı yere düştü. Kadere bak, yine oyun oynuyordu onunla.

Babası erken yaşta ölmüştü, o yüzden çiftliğin ağır işleri üstüne kalmıştı. Genç yaştan beri ağır işlerle uğraşıyordu. Yirmisine gelince genç bir kızı sevmişti. Evlenme arifesinde annesi ölmüştü. Yumruklarını sıkıp duvarları yumruklamıştı o gün. Bu acıya alışması iki yıl sürmüştü ve ancak o zaman evlenebilmişti. Mutluydu ve bir çocuğu olmasını istiyordu. Ama olmadı. Karısı birkaç kez düşük yaptı.

Doktor “Daha fazla denemeyin yoksa eşiniz için hiç iyi olmaz. Yataktan kalkamayabilir. İsterseniz evlat edinin.” demişti.

Bunun üzerine çocuktan vazgeçmişti ama eşi iyileşince “Son bir kez daha deneyelim. Hem ben bu sefer iyi beslenirim, ağır iş yapmam. Böylece sağ salim çocuğumuzu elimize alırız.” dedi.

Gözleri dolmuştu. İçindeki yangına su serpmişti karısı. Karşılıklı gözyaşlarını tutamamışlar ve birbirlerine sarılmışlardı. Keşke denemeselerdi. Çünkü karısı gerçekten de o yataktan kalkamamıştı. Karısının mezarını elleriyle kazmış ve yine elleriyle örtmüştü. Herkes gittiğinde ayrılamamıştı mezarın başından. İşte o an mezara kapaklanıp gözyaşlarıyla sulamıştı karısının mezarını. İki gün boyunca yerinden kıpırdamamış ve sürekli ağlamıştı. En sonunda da gözyaşları tükenmişti. Artık yüreğinin ateşi içinden taşıp çıkamıyor, yüreğini kor ediyordu. İşte o zaman anlamıştı büyük acılar sonucu sakinleşen kişilerin aslında içindeki ateşin kendilerini yakmaya başladığını. Şimdi kendi yanıyordu için için. Artık dünya onun için bir şey ifade etmiyordu.

Tekrar bir kibrit aldı bu sefer dikkatli bir şekilde kibrit kutusuna sürterek kibriti yaktı. Ellerini ateşe siper ederek odunların tutuşmasını sağladı. Artık soba yanıyordu. Bir mum yaktı ve koltuğa uzandı.

◆◆◆

Eve doğru bütün gücüyle koşmaya başladı. Yağmur hızlanmış ve yerler balçığa dönmüştü. Ufacık ayakları çamura saplanıyor, koşuşunu yavaşlatıyordu. Birden yine etraf aydınlandı. İşte yine o canavarın sesi gelecekti yine! Belki kendisi gelirdi. Hemen saklanmalıydı. Koşarken etrafına bakındı ve bir teneke kutu gördü. Hemen kutuya çevirdi yönünü ve hızını kesmeden daldı içine. Teneke kutuya kafasını da çarpmıştı. Gözü karardı birden ve o an gök gürledi. İşte o yaratık gelmişti. Kalbi ağzından çıkacak gibi çarpıyordu. Yaratık onu fark etmemeliydi. Bu nedenle içinden gelen çığlıkları bastırmalıydı. Birkaç viyaklama kaçırmıştı ağzından. Nefesini tuttu ve sessizce etrafı dinledi. Canavardan ses yoktu.

Ürkek bir şekilde kafasını tenekenin içinden çıkardı, etrafı kolaçan ettikten sonra yine eve doğru koşmaya başladı. Evin duvarına varmıştı. Bir delik bulmalıydı ve bu nedenle evin çevresinde hızla koşmaya başladı. Kapının altından bir ışık sızıyordu. İşte aradığı delik oradaydı. Vücudu bu delikten geçebilecekti. Hemen deliğe yöneldi. Önce kokladı sonra yavaşça kafasını delikten içeri soktu. Etrafı kolaçan etti ve güvenli olduğuna kanaat getirerek içeriye daldı.

Duvar dibinden hareket ediyordu ve mümkün olduğunca karanlıkta kalmaya çalışıyordu. Çünkü evde insanlar olabilirdi. Duyduklarına göre bu insanların ne yapacağı hiç belli olmuyormuş. Tuzak kuruyorlar ve tuzaktan canlı kurtulursan sopayla vura vura öldürüyorlarmış. Nitekim dedesi de böyle bir tuzağa yakalanmış ve babasının gözleri önünde can çekişerek ölmüştü.

Bu nedenle babası bir daha evlere girmemiş, ona da “Sakın ha evlere girme. Açlıktan öleceğini bilsen de o evlerden uzak dur!” demişti.

Ama o açlığa dayanamayarak eve girmişti. Bu nedenle çok dikkatli olmalı, insanlara görünmemeliydi. Sessizce ilerlerken ışık sızan bir kapı gördü. Yavaşça kapıya doğru kafasını uzattı. İçerisini dikkatle incelerken koltukta yatan insanı gördü. O an kalbi deli gibi atmaya başladı çünkü insanla göz göze gelmişlerdi.

◆◆◆

Kapının köşesinden gözlerinin içine bakıyordu. Bu lanet bir fareydi. Hemen yakalaması gerekiyordu. Kıpırdamadan etrafına bakındı. Uzun bir çubuk ya da fareye atabileceği sert bir şeyler arıyordu. Masanın yanında süpürgeyi gördü. Sert bir sapa sahipti bu süpürge. Gözlerini kapının köşesine çevirdi. Fare orada yoktu. Kaçırmıştı elinden. Sinirden köpürdü ve koltuktan sıçrayarak kalktı. Yerde tepiniyordu. Fareleri hiç sevmezdi.

Babasının ölümünün üzerinden 2 yıl geçmişken büyük bir dert açmıştı fareler başına. O yıl tarlada hasat kötüydü. Topladığı buğdayları çuvallara koyup güzelce depolamıştı ama bu pis mahluklar depoya girmiş, çuvalları kemirerek buğdaya ulaşmıştı. O kadar çok fare dadanmıştı ki buğdayların dörtte birini yemişlerdi. Biraz buğday almak için depoya uğradığında gördüğü manzara karşısında donakalmış, ayağının yanından geçen fareyi görünce küplere binmişti. O yıl farelerden kurtulmak için zehirler, fare bantları, kapanlar gibi bir sürü şey denemiş; başarılı olamayınca sokak sokak gezerek kedileri toplayıp depoya salmıştı. İşte o zaman farelerden kurtulmuştu. Uzun bir süre de karşılaşmamıştı. Bu seneye kadar…

Biraz düşündükten sonra fare tuzaklarının ve bantlarının hâlâ evin bodrumunda durduğunu hatırladı. Hemen bodrum katına indi, ne kadar tuzak ve bant varsa hepsini topladı. Farenin geçebileceği yerlere tuzakları kurdu. Bu iş birkaç gün içinde bitmeliydi. Fazla uğraşmak istemiyordu. Yoksa yine sokak sokak gezip kedi toplayacaktı. Bu düşünce bile yormuştu onu. En iyisi uyumak diye geçirdi içinden. Üstünü değiştirdi ve yatağına yattı. Bu gece fareyi yakalama ümidiyle gözlerini kapattı.

◆◆◆

O ışıklı kapıdan hiç bakmamalıydı. Olan olmuştu artık. Neyse ki duvar arasında saklanacak bir delik bulabilmişti. Bundan sonra yapabileceği en iyi şey insan uyuyana kadar beklemek ve yiyeceği bulup karnını doyurup hemen evden uzaklaşmaktı. Gecenin koyu karanlığına kadar bekledi. Etraf neredeyse zifirî karanlıktı. Sessizce ve hızlı adımlarla koridora çıktı.

Birkaç adım atmıştı ki dengesini kaybedip düştüğü için vücudu yere yapışmıştı. Yerde bir şey vardı. Bu şeyden kurtulmak için çırpınmaya başladı ama çırpındıkça daha çok yapışıyordu. Kalbinden vücuduna volkan gibi bir sıcaklık yayılmaya başladı. O an avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Biri onu duymalıydı yoksa bu şey onu öldürecekti.

◆◆◆

Cıyaklama seslerini duyar duymaz gözlerini açtı. İşte lanet fare tuzağa düşmüştü. Hemen kalktı ve mumu yaktı. Eline kalınca bir sopa aldı ve seslerin geldiği yöne doğru yürümeye başladı. İşte fare oradaydı. Banta yapışmış çırpınıyordu. Bu görüntü çok hoşuna gitmişti. Yüzünde bir gülümseme belirdi.

“Bana bulaşmayacaktın. Gördün mü bak böyle yakalanırsın. İbret olsun diye leşini kapının önüne bırakacağım.” dedi fareye.

Fare onu görünce cıyaklamayı bırakmıştı. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. Fare hazırdı. Artık işi bitirme zamanı gelmişti. Sopayı yukarıya doğru kaldırdı. Tam hızlıca aşağı doğru indirecekti ki farenin gözlerinin dolduğunu fark etti. Duyguları allak bullak olmuştu.

Fareyi eline aldı ve yüzüne yakın bir yere kaldırdı. “Bu nasıl olabilir? Bir fare nasıl ağlayabilir?” diye geçirdi içinden.

Farenin gözlerinin içine bakarak “Bu da bir can yahu. O da bizler gibi bir nefes bu dünyada. Beni ondan üstün kılan ne peki? Benim daha güçlü olmam mı? Ya da benim daha zeki olmam mı? Her neyse ne ama bu üstünlüğüm onun canını alma hakkını veriyor mu bana? Hepimiz zaten öleceğiz. O zaman üstünlüğümüzün bir önemi var mı?” diye düşündü. Gözleri doldu ve içinden bir sel gibi gelen gözyaşlarına engel olamadı.

◆◆◆

İnsanın yanaklarından yaşlar süzülüyordu. Halbuki kabullenmişti insan onu öldürecekti. Belki de öldürmeden önce gözyaşı döküyordu. İnsan gözyaşlarını eliyle sildi ve elini başında gezdirmeye başladı. Daha sonra kendisini sağa sola çevirerek dikkatlice inceledi. Bu incelemeden sonra yürümeye başladı ve bodruma indi. Onu masaya koymuştu. Elinde bir şişeyle çıkageldi. Şişedeki sıvıyı üstüne dökmeye başladı. Korkudan kalbi yine hızlıca çarpmaya başladı. Çırpınıyordu ama kurtulmanın imkanı yoktu. O an insan yine elini onun başında gezdirmeye başladı. Bu dostça bir şeydi galiba. Sakinleşti ve kalp atışları yavaşladı. Çırpınmayı bıraktı. İnsan sıvıyı dökmeye devam etti. Eliyle de üstündeki yapışkan şeyi çekiştirmeye başladı. Ara ara canı yanıyordu ama ses çıkarmadı. Çünkü yapışkan şey vücudundan çıkıyordu. İçini bir mutluluk kaplamaya başladı.

İnsan işini bitirdikten sonra önüne biraz peynir koymuştu. Büyük bir iştahla yemeğe başladı. Yedikçe karnı şişiyor, yeme hızı azalıyordu. En sonunda doymuştu ve kalan peyniri koklamaya başlamıştı. İnsan onun doyduğunu anlamıştı.

Vücudunda bir el hissetti ve bu el onu havaya kaldırdı. İnsanın yüzünü görüyordu ve sesi geliyordu kulağına. Acaba ne anlatmak istiyordu? Bunu anlamasının imkanı yoktu ama bütün insanlar kötü değildi anlaşılan. Aynı kendi türünde olduğu gibi insanlarda da iyi ve kötü vardı demek ki. Ruhuna bir sıcaklık yayıldı. Aslında bu insan da kendisi gibiydi. O da nefes alıyor, yemek yiyip uyuyordu. Sadece kendisinden daha büyüktü. Aynı büyük çirkin bir fare gibiydi. Yüreği sakinleşti ve insanın eline ayağıyla dokundu.

İnsan gülümsedi ve yavaşça ayağa kalktı. Bodrum katından yukarı doğru çıktı. Biraz yürüdükten sonra bir kapıyı açtı. İnsanın açtığı kapı dışarıya açılıyordu. Vücudunu tutan el yavaşça aşağı indi ve onu yere bıraktı. Özgürdü artık. İnsana dönüp baktı. İnsan eliyle ileriyi işaret ediyor ve sesler çıkarıyordu.

◆◆◆

“Hadi git farecik. Evine, ailene git. Belki baban, annen belki de eşin ve çocukların vardır. Git onların yanına. Selam söyle hepsine. Onlara de ki farklıyız ama hepimiz biriz.” dedi elini sallayarak. Fare anlamış olacak ki yanına gelip ayağına dokundu ve arkasını dönüp var gücüyle koşmaya başladı. Fareyi gözden kaybolana kadar izledi. İçinden minnet duyuyordu. Çünkü artık hayat ona başka bir şey ifade ediyordu.

Yorum bırakın