Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

Ustura

,

Okuma Süresi

3–4 dakika

Erkin Tolga Sayılkan

…İzmir çarşısında bir kadın
güpegündüz bir kadın
gecelerini bilen, iç çamaşırlarını bilmeyen
dudaklarını bilen, öpülmeyi bilmeyen
çocukları olan, ama çocukları olmayan
güpegündüz bir kadın
tabancasıyla üç yerinden vurulur…

Edip Cansever – Çiçekleri Sularken

Usturanın ağzı ile sırtının farkı vardır: Usturanın ağzı kesmek vazifesini üstlenmiştir ve ayrıca kanatacak donanıma sahiptir, bazen kanattığı da olur ki nadiren kanatsın diye vursak da sık sık kanatır. Usturanın sırtı ise kan dökecek bir donanıma sahip değildir, kördür, düzdür. Körlüğü de zamanın getirdiği bir yıpranma değildir, usturayı sallayana kolaylık olsun diye öyle yapılmıştır, doğası o şekildedir. Usturanın sırtı ile ağzı arasında da iki tarafı uzanır ki burası kan dökenle kan dökmeyen, vazifesi kesmek ile kestirmemek olan iki uç arasında kalmıştır.

Ayşenur ve İkbal…

Toplumun sayıca erkekler kadar kalabalık ancak birlik ve mücadele bakımından o kadar sesini çıkartmayan, çıkartamayan veya sesi çıkarttırılmayan bir kesiminin mensupları.

Katledilmeleriyle birlikte bir meseleyi tekrardan hızlı değişen ülke gündemine çakan isimler…

Kadına şiddet.

Kadınlar toplumumuzun soldan sağa, tepeden tırnağa her kesiminde istisnasız ezilen bir kitle olarak toplumun yarısını oluşturmalarına rağmen nüfus güçlerini nüfuza dönüştüremeyen toplumun en büyük parçası. Sadece nüfus güçleriyle bile her ülkede tek başına iktidar olabilecek partiler kurabilecek olmalarına rağmen yine toplum tarafından bizzat bölünerek güçleri ellerinden alınıyor. Kadınlar ise durumun çok az farkında veya umursamaz, kaderlerine razı bir şekilde hayatlarını sürdürüyorlar.

Ustura metaforu da burada devreye giriyor. Hak mücadelesi sadece keskin ve kesin bir mücadele anlayışı gerektirmiyor, sürekli hakların korunmasıyla ilgili tetikte olunmasını da gerektiriyor. Hak arayışında ustura gibi engelleri kesecek ve usturanın sırtı gibi mücadeleye destek olacak bir düstur artık bu mücadelede yerini almalı. Çünkü kadına şiddetin salt toplumsal bir mesele olduğunu söylemek güç.

Şiddet, tarih boyunca hâkim kuvvetler tarafından hâkimiyet kurmak istedikleri kitleler üzerinde kullanılmış bir araçtır. Tarihsel ve güncel pek çok vaka vardır ki şiddet, özellikle toplumları baskı altında tutmak, muhalefeti susturmak, toplumsal değişimi engellemek ve gücü sürdürmek amacıyla sistematik bir şekilde uygulanmıştır.

Peki, kadınlara yönelik şiddetin de benzer bir durumu söz konusu olabilir mi? Kadına yönelik şiddet tarihsel olarak ve günümüzde, yalnızca ferdi bir eylem olarak görülmemeli. Kadına yönelik şiddet, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini pekiştiren, toplumdaki kadınların yerini göstermesi açısından bir “ikaz” aracı olarak kullanılan ve haklarını sınırlayıp toplumdaki güçlerini azaltan bir işlev görmektedir. Bu bağlamda, kadına yönelik şiddet; toplumsal normlar, gelenekler ve hegomonik erkeklik anlayışları tarafından meşrulaştırılan, kadınların toplumdaki konumlarında onları sıkıştıran bir etken olarak görülebilir.

Kadına yönelik şiddet, erkek egemen bir toplumda genellikle erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğini sürdürmesine yardımcı olan bir araç olarak kullanılır. Kadınların, evde, işyerinde ve toplumsal alanda ikincil bir rol oynamaları, şiddet uygulama tehdidiyle pekiştirilir. Bu durumda, kadının “konumu” toplumsal bir norm olarak devam eder. Kadına şiddet normalleşir, küçümsenir, görmezden gelinir, espri konusu olur. Şiddet bir kontrol ve korku aracı olur.

Peki, kadınlar kendi mücadelelerine ne kadar sahip çıkıyor? Kadınlar ne kadar birleşmiş durumda ve ne kadar haklarını arıyor?

Toplumumuzda kadınların konumları geleneksel roller ve bilinçsizlik neticesinde kısıtlanmış bir konumdadır. Geleneksel roller, kadını bir “ideal” içine hapsedip o “ideali” kadına dayatarak bir nevi reklam panosu işlevi görerek “aykırı” duruş sergilemekten alıkoyar ve sivrilmelerini, haklarını aramalarını engeller. Bu “ideal kadın” anlayışı ve şiddet-tecavüz korkusu ile kadınlar toplumda kısıtlanır. Şiddet, tecavüz mağduru kadınlar tekrar zarar görme korkusuyla evlerinde otururlar ve böylece meydan egemenlere kalır.

Devletin de bu şiddeti ve kadının toplumdaki “yeri”ni pekiştirmede yeri vardır. Kadını bir çocuk makinasına, “üç hatta beş çocuk yapın” söylemlerine, “evinin kadını ve çocuklarının anası” imajına hapseden resmî görüş ile kadın, evde çocuk bakmak görevi dışında topluma iştirak edememekte ve böylece resmî ellerle de kadının sokağa yani topluma yani yönetime ortak çıkması engellenmektedir. Bu engeller nasıl aşılır derseniz, çok uzun sürer ancak eğitim, toplumsal destek ve hukukî reformlarla başlayan bir yolculuk olacağı kesindir. İradeli ve ilkeli siyasetçilerin ön ayak olabilecekleri ve toplumsal destek alması gereken kampanyalarla bir gün ideale ulaşılması mümkündür. Çünkü her ustura bir gün körelir, her yol ve çile bir gün biter. Bir gün toplum tüm bireyleriyle bir bütün olarak hareket edecek hale gelir. O zaman işte bir bütün oluruz.

Yorum bırakın