
Ümran Tunoğlu
Bilgisayarın ışığı henüz doğmamış güneşin parlaklığını kıskanırcasına odanın içini aydınlatıyordu. Gelinliğin beyaz tonu bilgisayar ekranından fışkırıp odaya yayılıyor, uykusu iyice gelmiş kadını yatağa gönderiyordu. Kadın gelen mesajı dinledi ama yatak odasına gitmedi. Altı yıllık evliliği sona erdikten sonra yatak odasında uyuyamaz olmuştu. Evi, mobilyaları değiştirmesine rağmen yatak odasını sadece hasta olduğunda kullanıyordu. Dolayısıyla bazen oturma odasında uyuyakalıyor bazen de salonda fotoğraf çalışmaları bitince bu gece olduğu gibi kanepeye kıvrılıp uyuyordu.
Battaniyeyi üstüne çekerken göz kapaklarının ağırlığına direnen anıları yine nöbet tutmaya gelmişti. Yaşarken dakikalar, saatler süren olaylar; anılara dönüşünce zamanı istediği şekilde kullanıyorlardı. Seçil battaniyeyi başına kadar çekti. Sadece uyumak istiyordu. Saatine baktı. Ezana iki saat kalmıştı. Kadınlar Günü için fotoğraf sergisi hazırlığı vardı. Ondan da iki fotoğraf istemişlerdi. Seçil, iki kompozisyon çekimi yapmıştı. Tema olarak kadına yapılan fiziksel ve duygusal şiddeti işlemiş, aydınlık oda çalışması bitmişti ama Seçil, bu süre içinde evliliğinde yaşadığı sıkıntılı zamanlara yolculuk yapmışçasına, normalleştirdiği; ötelediği, aslında kendinde derin izler bırakan olayları yeniden yaşıyor gibiydi. Oysa Semih’le evlenmeden önce ilerde torunları ile göl başında yaşayacaklarını, dünyayı diyar diyar gezeceklerini düşlerlerdi. Evde geçen mutfak telaşları, dostlarına hazırladıkları ziyafet sofraları geldi aklına. Bu kez battaniyeyi indirdi, kanepenin içinde doğruldu, sırtını yastığa dayadı. Saçlarını bileğine taktığı lastik tokayla topladı. Boş boş karanlığa bakmaya devam etti. Pencereden caddenin ortasında yanan sıralı lambaların ışığı yansıyordu. Yansımanın içine hücum eden yaşanmışlıkları tek tek ayıklamaya çalıştı, zira onları sıraya koyamazdı artık.
İlişkisini devam ettirebilir miydi? Gereken çabayı sarf etmiş miydi? Nerede hata yapmıştı? Arkadaşları hatta kayınvalidesi bile “Niye pes ettin?” demişti. Erkenden pes mi etmişti? Bu soruların uykusunu çalmasına neden izin verdiğine kızdı. Caddeden gelen ışığı da görmek istemedi, yüzünü avuçlarına gömdü. Mutsuzlukla mı yaşasaydı? Onun canını acıtan, kırbaçlayan sözlerine katlansa mıydı? Sürekli hor görmesini sineye mi çekseydi? Ayrılmayı ilk kez sinemaya, konsere, ailesine yalnız gitmeye başladığından beri düşünür olmuştu. Nikahlı dul olacağına nikahsız dul olacaktı fakat kararını uygulamaya gücü yoktu.
Tekrar gözlerini odada gezdirdi. Onun izini taşıyan hiçbir şeyi yeni düzenine dahil etmemişti. Ama gözleri buna rağmen yine bir iz sürücü halinde evde dolaşıyordu. Neden bunu yapıyordu kendine? Acı çekmenin leş hali mi? Loş hali mi? Yoksa zevk mi alıyordu bu durumdan?.. Bulmuştu işte!.. Kendine acıdı…
Kütüphanenin rafında duran elli ikilik iskambil destesi… Kendine acımaktan vazgeçti. Herhalde bu desteyi karar verdiği geceyi hatırlattığından atmamıştı çöp kutusuna. Kalktı, artık zaman umurunda değildi; anılar onu ele geçirmeyi başarmıştı. Yatağın içinde bağdaş kurdu. Dışı meyve desenli desteyi birbirine kardı. Beğenmedi. Dizinin üstünde babasının öğrettiği gibi iki kısma ayırdı, baş parmağıyla bırakarak iç içe geçmesini sağladı. Bu kez yatağın içinde desteyi oluşturan iskambiller konuşuyordu, “Ne geceydi!” diyerek: “O gece, Semih aslında sana kazandığından dolayı sinirlenmiş, çok ağır konuşmuştu. Sen de sağlam oynuyordun canım. Kumar erkek adam işidir ve her daim erkek kazanır, hiç kadının kazandığı görülmüş mü?
Seçil gözleri boşluğa dalmış, kağıtları dizinde birbirine karıp duruyor, sesi dinlerken sanki o geceyi yeniden yaşıyordu.
Arkadaşları ile hafta sonu poker partileri yapmaya başlamışlardı. Semih dışarıda oynamasın diye Seçil teklif etmişti. O günden sonra hayatın ölçeği kumar masasında döner olmuştu. Diğer eşler genelde şans pırıltısı, eşlikçi olurken Seçil zamanla oyunu öğrenmiş, oyuncu olarak masada yerini almıştı. Aslında oyun para üzerinden değil prestij üzerinden yürüyordu. Kaybedenler geziye, tatile veya mangala götürüyorlardı. Genelde fiş yerine tavla pulunu kullanıyorlar, pulu biten oyundan kalkıyordu. O gece de masada Sinan, Semih, Seçil ve Erhan kalmışlardı. Semih’in aslında hiç pulu kalmamıştı, oyuna giremezdi ama oyunu bırakmak istemiyordu. Seçil’in pulu çok olduğundan ona borç vermişti. Semih önce almak istemese de “Bu oyun bittiğinde siz de bitmiş olacaksınız, göreceksiniz.” diye masanın altına saklanan, hortlamış hırsının kurbanı olarak pulları almıştı… Dağıtıcı Sinan “Kumarhanede değiliz ,rahat olun ” söylemiyle herkese iki kağıt dağıttı. Ortaya beş kağıt koydu ve üçünü açtı. Seçil yerdeki ası gördü ,oyundan çıkmadı. Üçlü yakalaması onu güçlü hale getirmişti. Full olma ihtimaline karşı oyunu gördü ve rest çekti. Erhan resti gördü. Semih “Ben de görüyorum.” dedi. Oyun sonunda şans Seçil’in bile ihtimal vermeyeceği ölçüde ona gülmüştü. Sinan’ın açtığı beşinci kartta as çıkmıştı. Erhan ikili ,Semih renk yakalamıştı . Zafer bakışlarıyla Seçil’i süzüyordu. En son Seçil elini açtı. Kare as çıkınca masada çığlık tufanı koptu. Kadınlar birbirine sarılırken Semih ellerini masanın altında yumruk yapmış halde “Tebrik ederim, bu gidişle ananın babanı gömdüğü gibi sen de beni gömersin.” Dedi. Aniden salonda yankılanan bu cümle Seçil’in boğazına kırbaç gibi dolanmış, onu nefessiz bırakmıştı. Boynunu tutan, konuşmakta zorlanan Seçil “Senin derdin ne? Annem niye babamı öldürsün? Babamı kalp krizinden kaybettik, sen ne demek istiyorsun?” diye ağlayarak salondan çıktı. O gece uyuyamadı. Nefes almak, zihnini kurcalayan huzursuzluktan kurtulmak için balkona çıktı. Sabaha kadar ayın hilal halini, boş sokakları, birkaç lambası yanan binaları izledi. Kararını vermişti. Artık eşlik eden olmayacaktı. Semih’ten tez zamanda boşanacaktı.
İskambilleri bir kez daha kardı, kutusuna koydu. Bere desenli pijamasını beline kadar çekti. Peluş terliğini giydi, pencereye gitti. Gökyüzünde ayı aradı, göremedi. Pijamanın yakasıyla boynunu ısıttı. Hava bulutluydu. Kanepeye geri döndü. Battaniyeyi üstüne örttü, anılardan ses gelmiyordu, geri çekilmişlerdi. Derin derin nefes aldı, uykuya daldı.
Kadınlar Günü gelip çatmıştı. Basına ve halka açık sergi salonunda kadın fotoğrafçılardan oluşan bu sergide heyecan doruktaydı. Fotoğraflarıyla katılan kadınların hepsi o gün elbise giymişti. Salon renkli ve ışıl ışıldı. Canlı müzik, keman eşliğinde gezilecekti. Pürtelaş hazırlıklar devam ediyordu. Basın yetkilileri, yerel yöneticiler de konuya ilgi göstermişlerdi, öğlen açılış yapacaklardı. Basın, fotoğrafçılarla röportaj yapmak istiyordu. Seçil sıra kendisine geldiğinde çektiği fotoğrafın başına geçti. Uzun saçlarını boynunun arkasına attı. O gün topuklu ayakkabı ve dantelli yeşil elbisesiyle çok hoştu. Kendinden emin tavırlarıyla ilk fotoğraftaki kompozisyonunu anlatmaya başladı:
“Burada sandalyeye oturtulmuş bir çocuk gelin görmektesiniz. Yaşının küçük olması aksine giydirilmiş gelinlik, kırmızı kuşak ve yapılan ağır makyaj onu olgun bir kadın haline getirmiştir. Ayrıca gelinlik ayakkabısının altına genelde gelin olmak isteyenler özellikle isimlerini yazarlarken biz “Kadın Şiddetine Son.” yazdık. Dikkat ederseniz fotoğrafta netlik daha çok yazıdadır. Böylece kadınlara yapılan fiziki ve duygusal şiddetin sona ermesine vurgu yapmak istedik.” Röportajı alan kameraman da etkilenmiş olmalı ki Seçil’i bırakıp fotoğraflara yönelmişti. Seçil fonda konuşmasına devam ediyordu. “Kadının toplumda söz sahibi olmak adına yaşamın içinden geçerken karşılaştığı zorlukları, amaçlarını, hayallerini, sancılarını işlemeye çalıştık. Sergiyi gezdiğinizde kadınların iş hayatında, tarlada, dağda, evdeki hallerinden kesitler göreceksiniz. Arkadaşlarım da mutlaka çekim amaçlarını aktaracaktır. Mesela mutfak balkonuna kepenk çekilmiş görüntü, arka tezgahta yemek yapan kadının, ömrünün çoğunu mutfakta geçirdiğini göstermeye çalışır.
Kameran Seçil’in çektiği ikinci fotoğrafın önünde durmuştu . “Bu fotoğrafta sanki dolaylı olarak mesaj vermek istemişsiniz gibi ” dedi. Seçil kısaca “ Evet ” cevabını verdi. Aynı anda yüzüne müstehzi gülümseme yayıldı. Odakta valizi üzerinde oturan bir kadın, yanında da ayakta dikilmiş, başından aşağı iskambil kartlarını düşüren bir adam vardı.
O gün fotoğraflarla pek çok izleyici buluştu. Daha sonra yerel televizyonda haber olmuş, üç gün açık kalması gereken sergi on beş gün boyunca ziyaretçilere açık kalmıştı.
Sergiyi toplamak üzere salona gittiklerinde ziyaretçi defterini de incelemek onların en sevdiği işti. Seçil fotoğraflarını alıp arabaya götürmüştü. Sonra arkadaşlarına yardım için geri döndüğünde arkadaşı Hülya heyecanla yanına gelmişti.
“Seçil bak, bak! Ne buldum.” diye ziyaretçi defterinin sayfaları arasında tuttuğu yeri gösterdi, büyük harflerle yazılmıştı.
TEBRİKLER!
KARE AS…
SEN KAZANDIN.





Yorum bırakın