
H. P. Lovecraft
Çeviren: İrem Hacıosmanoğlu
Anılarım çok karışık. Hatta nereden başlayacağım konusunda tereddütlerim var, çünkü bazen ardımda yılların görüntüleri korkunç hissettiriyor. Bazı zamanlarsa, şimdiki zaman gri sonsuzlukta duran bir nokta gibi gözüküyor. Bunu nasıl açıkladığım konusunda bile tam olarak emin değilim. Her ne kadar bilinçli bir şekilde konuşsam da söylediklerimi duyulmak istediğim noktalara taşımak için garip hatta korkunç arabuluculara ihtiyaç duyulacağı konusunda belirsiz bir izlenimim var. Kimliğim de şaşırtıcı şekilde bulanık. Şok geçirmiş gibi gözüküyorum, bu belki de benim inanılmaz ve eşsiz deneyim döngülerimin tamamen canavarca olan sonucu. Bu deneyim döngülerinin hepsi O solucan dolu kitaptan kaynaklanıyor. Onu bulduğum zamanı hatırlıyorum, her zaman sislerin olduğu siyah yağlı nehrin yakınında loş bir yerde. Çok eski bir yerdi ve her tarafı çürümüş yüksek tavanlı raflar penceresiz iç odalar ve oyuklar boyunca uzanıyordu. Bunların yanı sıra yerde ve kutularda biçimsiz yığınla kitap vardı. Bu kitabı bulduğum yer de bu yığınlardan biriydi. İlk sayfaları kayıp olduğu için adını hiçbir zaman öğrenemedim ama sonuna doğru açıldı ve duyularımı sersemleten bir şeyi fark etmemi sağladı. Yasak olduğunu keşfettiğim, yapıIması ve söylenmesi gereken şeylerin listesi olan bir formül vardı, çürüyen metinlerini özümsemeyi sevdiğim, evrenin korunan sırlarını araştıran tuhaf antik araştırmacılar tarafından karışık bir nefret ve hayranlıkla yazılmış gizli paragraflarda daha önce okuduğum bir şey. Bu, mistiklerin ırkın gençliğinden beri hayalini kurduğu ve fısıldadığı, bildiğimiz üç boyut ve yaşam ve madde âlemlerinin ötesinde özgürlüklere ve keşiflere yol açan belirli geçitlere ve geçişlere açılan bir anahtardı, bir rehberdi. Yüzyıllardır hiçbir insan bu kitabın hayati içeriğini hatırlayamamış veya nerede bulunabileceğini bilmemişti, ama bu kitap gerçekten çok eskiydi. Bu uğursuz Latince ifadeleri, muhteşem antik çağın unsiyal yazılarına matbaa değil, yarı deli bir rahibin eli yazmıştı. Yaşlı adamın nasıl sırıttığını ve kıkırdadığını ve onu götürdüğümde eliyle tuhaf bir işaret yaptığını hatırlıyorum. Ücretini almayı reddetmişti ve bunun nedenini ancak çok sonra tahmin ettim. Dar, dolambaçlı, sisli sahil sokaklarından eve doğru aceleyle yürürken, yavaşça yürüyen ayakların gizlice beni takip ettiğine dair korkunç bir izlenim edindim. Her iki taraftaki asırlık, sallanan evler, sanki daha önce kapalı olan kötü anlayış kanalı aniden açılmış gibi, taze ve hastalıklı bir kötülükle canlanmış gibiydi. Küflü tuğladan, mantarlı sıvadan ve keresteden yapılmış o duvarların ve çıkıntılı alınlıkların -balık gözü gibi, elmas camlı, sırıtan pencerelerle- bana doğru ilerlemekten ve beni ezmekten zor vazgeçebileceğini hissettim… Yine de kitabı kapatıp götürmeden önce o küfür dolu rünün yalnızca en ufak bir parçasını okumuştum. Kitabı sonunda nasıl okuduğumu hatırlıyorum—bembeyaz yüzlü ve uzun zamandır garip arayışlara adadığım tavan arası odasında kilitli. Büyük ev çok sessizdi, çünkü gece yarısından sonra yukarı çıkmamıştım. O zamanlar bir ailem olduğunu düşünüyorum—her ne kadar detaylar çok belirsiz olsa da—ve birçok hizmetçi olduğunu biliyorum. Yılın ne olduğunu tam olarak söyleyemem; çünkü o zamandan beri birçok çağ ve boyut tanıdım ve tüm zaman kavramlarım çözüldü ve yeniden şekillendirildi. Mum ışığında okudum—mumların amansız damlamasını hatırlıyorum—ve uzaktaki çan kulelerinden ara sıra gelen çan sesleri vardı. Sanki aralarında çok uzak, rahatsız edici bir nota duymaktan korkuyormuşum gibi, o çan seslerini tuhaf bir dikkatle takip ediyor gibiydim. Sonra şehrin diğer çatılarının çok yukarısına bakan çatı penceresine ilk tırmalama ve el yordamıyla dokunma geldi. O ilkel şarkının dokuzuncu kıtasını yüksek sesle mırıldanırken geldi ve titrememin arasında bunun ne anlama geldiğini biliyordum. Çünkü kapılardan geçen her zaman bir gölge kazanır ve bir daha asla yalnız kalamaz. Hatırlamıştım ve kitap gerçekten de şüphelendiğim tek şeydi. O gece çarpık zaman ve vizyon girdabına açılan kapıdan geçtim ve sabah beni çatı katında bulduğunda duvarlarda, raflarda ve armatürlerde daha önce hiç görmediğim şeyleri gördüm. Ve bundan sonra dünyayı bildiğim gibi asla göremedim. Şimdiki sahneyle her zaman biraz geçmiş ve biraz gelecek karışıyordu ve bir zamanlar tanıdık olan her nesne, gelişen görüşümün getirdiği yeni perspektifte yabancı görünüyordu. O zamandan sonra bilinmeyen ve yarı bilinen şekillerden oluşan fantastik bir rüya içinde yürüdüm ve her yeni kapıdan geçtiğimde, uzun süredir bağlı olduğum dar kürenin şeylerini daha az net bir şekilde tanıyabiliyordum. Çevremde gördüğümü başka hiç kimse görmedi ve delirdiğim düşünülmesin diye iki kat daha sessiz ve mesafeli oldum. Köpekler benden korkuyorlardı, çünkü yanımdan hiç ayrılmayan dış gölgeyi hissediyorlardı. Ama yine de daha fazlasını okudum -yeni vizyonumun beni götürdüğü gizli, unutulmuş kitaplarda ve parşömenlerde- ve bilinmeyen kozmosun özüne doğru uzayın, varlığın ve yaşam kalıplarının yeni geçitlerinden geçtim. Yerde beş eş merkezli ateş çemberi yaptığım ve en içtekinde durup Tataristan’dan gelen habercinin getirdiği o korkunç ilahiyi mırıldandığım geceyi hatırlıyorum. Duvarlar eridi ve ben, millerce aşağıda bilinmeyen dağların iğne benzeri zirveleriyle dipsiz gri uçurumlardan geçen kara bir rüzgâr tarafından sürüklendim. Bir süre sonra mutlak bir karanlık oldu ve sonra sayısız yıldızın ışığı garip, yabancı takımyıldızlar oluşturdu. Sonunda çok aşağımda yeşil ışıklı bir ova gördüm ve üzerinde daha önce hiç bilmediğim, okumadığım veya hayal etmediğim bir şekilde inşa edilmiş bir şehrin bükülmüş kulelerini fark ettim. O şehre yaklaştıkça açık bir alanda büyük bir kare taş bina gördüm ve beni saran korkunç bir korku hissettim. Çığlık attım ve mücadele ettim ve bir boşluktan sonra tekrar tavan arası odamdaydım, zemindeki beş fosforlu dairenin üzerine düz bir şekilde uzanmıştım. O geceki gezintide, önceki birçok geceki gezintiden daha fazla gariplik yoktu; ama daha fazla dehşet vardı çünkü daha önce hiç olmadığım kadar dışarıdaki uçurumlara ve dünyalara yakın olduğumu biliyordum. Bundan sonra büyülerimde daha dikkatli oldum, çünkü bedenimden ve asla geri dönemeyeceğim bilinmeyen uçurumlardaki dünyadan kopmak istemiyordum.





Yorum bırakın