Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

TEKNO ÇİFTLİK

,

Okuma Süresi

4–6 dakika

Kubilay Günay

Edirne’nin Keşan ilçesinde, Türkiye’nin ünlü zenginlerinden Ahmet Taneroğlu’na ait bir “Tekno Çiftlik” bulunuyordu. M.S. 2124’te kurulan bu çiftlik, çağın üstün teknolojileriyle donatılmış ve insan gücüne duyulan ihtiyaç minimum düzeyde tutulmuştu. Gelişmiş teknolojik altyapısı ve modern tarım yöntemleri sayesinde çevresel etkileri en aza indirirken, üretim kapasitesini de artırmaktaydı. Bu çiftlik, Türkiye’nin tarımsal geleceğinde kritik bir rol oynuyor ve uluslararası platformlarda öncü bir model olarak kabul ediliyordu.

Çiftlikteki en önemli unsurlardan biri, tarım süreçlerini devrimleştiren Otonom Denetim Sistemi’ydi. Bu sistem, akıllı sensörler ve uydu bağlantılarıyla tarım arazilerini gerçek zamanlı izlerken, yapay zekâ destekli büyük ve küçük dronları da yönetmekteydi. 

Robo-kuşlar ise meyve bahçelerinde böcekleri tespit edip avlayan gelişmiş robotlardı. Zararlı böcekleri hedef alarak bitkilere zarar gelmesini önlüyor, bu sayede mahsul kalitesini de koruyordu. Bu tür teknolojiler, çiftliğin verimliliğini artırarak işletmenin büyümesini sağladı.

Fevzi Bey, yıllardır çiftlikte güvenlik ve kontrol merkezinin düzenli işleyişini sağlıyordu. Yirmili yaşlarda, kalıplı bir yapıya sahip olan oğlu Ege, babasının bir hafta önce hastalanması sonucu çiftlikte çalışmaya başladı. Teknolojiye olan yoğun ilgisi ve tutkusu nedeniyle, babasının yanına sık sık giderdi. Onun çiftlikteki özenini ve disiplinini düşündükçe, sorumluluğunu en iyi şekilde yerine getirmek istiyor ve sabah akşam çalışıyordu.

Genç oğlan, bir sabah tarlaya vardığında dronların düzensiz uçtuğunu ve samanların etrafa saçıldığını görünce endişelendi. Bir şeylerin yolunda gitmediği aşikârdı. Az sayıdaki çalışanı bir araya topladı. İşçi robotlara ve araçlara tarladan çekilmeleri emrini verdikten sonra hızla kontrol merkezine doğru koştu.

Göz tarama cihazına yaklaştı ve gözlerini tarayıcıya yerleştirdi. Gözlerinde hafif bir yanma hissetti, sonra kapı mekanik bir tıkırtıyla açıldı. İçeri girdiğinde odanın soğuk, metalik havası yüzüne çarptı. Sistemi inceledikten sonra, yapay zekâ algoritmalarında değişiklik olduğunu fark etti; veriler öngörülemez bir şekilde işleniyordu. Görünüşe göre, mikroçip yazılımı güncelleme hatası vermekteydi.

Ege, babasının bu tür sorunları nasıl çözdüğünü hatırlamaya çalışarak elini saçlarının arasından geçirdi. Ekrandaki kodları hızlıca taradı ve hatalı olan bölümleri düzeltmeye başladı. Geçen ay üzerinde çalıştığı eski bir yedekleme dosyası olduğunu hatırladı. Vakit kaybetmeden yedekleme dosyasını bulup mevcut sisteme ekledi. Birkaç dakika süren bu işlem sırasında dronların kaotik dansı devam etti.

Önünde Holo-Farman vardı. Bu cihaz, tarım arazilerini holografik ortamda görselleştirip yönetmeyi sağlıyordu. Ege, holografik görüntüdeki her adımı dikkatle izleyerek sistemin düzgün çalıştığından emin olmak istedi. Dosya yüklemesi tamamlanıp ekrandaki göstergeler yeşile dönerken, dronlar düzenli uçuşlarına başladı. Ege, onların performanslarını dikkatle izledi. Samanlar balyalar halinde toparlanıp yerleştirildi; her şey yoluna girmiş gibi gözüküyordu. Rahatlayıp sandalyesine oturdu ve geriye yaslandı.

Ancak aklında, bu arızanın neden meydana geldiğine dair sorular vardı. Başına gelen şey sıradan bir arıza mıydı yoksa bir siber saldırı mı olmuştu? Babasına ve tesis sahibi Ahmet Taneroğlu’na durumu anlatmalı mıydı? Onun ismi aklından geçtiğinde, Ege’nin kalbi hafifçe sıkıştı; onun beklentilerini karşılayamama kaygısı omuzlarına ağır bir yük gibi biniyordu.

İçindeki sıkıntıdan biraz olsun uzaklaşınca işçi robot ve araçları yeniden yönlendirip, çiftlikte düzeni sağladı. Kendine çay koymak için ayağa kalktığında ekranda garip bir şey fark etti. Bilgisayarı düzeltmeye çalışırken, ekranda büyük bir yazı belirdi:

“TANEROĞLU ÇİFTLİĞİNE ELVEDA: SPHINX SUNDU.”

Ege, neler olduğunu anlamıştı. Benzer takma isimlerle zaman zaman dikkatini çekmeye çalışan birini tanıyordu. Telefonunu çıkarıp rehberden Sena Taneroğlu’nu bulduğunda, yüzünde istemsizce bir gülümseme belirdi. Uzun süre çaldıktan sonra Sena telefonu açtı.

Sena, “Buyurun, kimi aramıştınız?”

Ege, “Çiftlik sahibinin huysuz kızını arıyordum. Yoksa Sphinx’i mi demeliyim?”

Sena, “Nereden anladın benim olduğumu? Ben de iyiyim Ege, sorduğun için sağ ol! Neyse, baban rahatsızmış, geçmiş olsun.”

Ege. “Teşekkür ederim ama konuyu değiştirme, ben sana hacker ol diye ders vermiyorum. Özel okul sınavlarını kazanman için yardım ediyorum. Baban bu yaptıklarını duysa ne der, biliyor musun?”

Kısa bir sessizlik oldu, ardından Sena söze girdi:

Sena, “Babamın umurunda mı sence? Varsa yoksa işi, yüzünü gördüğüm mü var? Hem kötürüm kızına kızacak hâli yok ya!”

Ege, “Ameliyatın başarılı geçmemiş miydi? Hâlâ bir gelişme yok mu?”

Sena, “Doktorlar, zamanla olacak şeyler dedi. Şimdiden boşuna ümitlenip, hayal kırıklığına uğramak istemiyorum. Ayrıca, sen beni teknoloji fuarına götürecektin. İki hafta oldu, bakıyorum da hiç oralı değilsin.”

Ege, “Doğru ya, tamamen aklımdan çıkmış. Salı günü ders vermeye geldiğimde işimiz bitince gideriz. Şoförünüzle pek anlaşamıyorum ama yapacak bir şey yok.”

Sena, “Tamam, anlaştık. Kapatıyorum o zaman.”

Ege, “Görüşürüz Sena, kendine iyi bak.”

Telefon kapandıktan sonra, Sena odadaki sessizliğe kulak kesildi, ardından malikânenin hizmetkârı Ahu ile göz göze geldi. En büyük arzusu, Ege’nin karşısına çıkıp yürüyerek ona sürpriz yapmaktı. Onun şaşkınlığını ve sevincini görmek istiyor, bu anın büyüsünü sürekli hayal ediyordu. Onunla neredeyse yaşıttılar ve iyi bir arkadaşlıkları vardı. Bir ay önceki talihsiz araba kazasından sonra Ege, sınavlarından geri kalmasın diye Sena’ya bilgisayar konusunda yardımcı oluyordu.

Sena, tekerlekli sandalyesinden doğrulup Ahu’ya doğru yürümeye çalıştı. Ahu, Sena’nın düşmemesi için onu dikkatlice izliyordu. Küçük adımlarla yürüyen genç kız, birkaç adım sonra Ahu’nun yanına ulaştı. Bir süre sonra, geniş salonun ortasında ikisinin de yüzünde sevinçten kaynaklanan kahkahalar vardı. Erken yaşta annesini kaybeden Sena için Ahu, çok kıymetli biriydi.

İki ay sonra Sena, kendi başına yürüyebiliyor ve etrafına neşe saçıyordu. Özel bir okulda teknoloji üzerine dersler alıyor, çalışkan ve inatçı karakteri ile öğretmenlerinin dikkatini çekiyordu. Artık Ahmet Taneroğlu, annesinin yokluğunda kızına daha fazla özen gösteriyor ve ona destek oluyordu.

Ege, babası Fevzi Bey’in zorunlu emekliliği nedeniyle çiftliğin sorumluluğunu devralarak tesiste yaşamaya başladı. Teknolojinin bu kadar ilerlemesi karşısında hem hayranlık hem de endişe duyuyordu. Tesisteki sistemlerin düzgün çalışmasını sağlamak için gece gündüz çalışırken, hem yeni teknolojilere ayak uydurmanın zorluklarıyla karşılaşıyor hem de babasının bıraktığı mirası en iyi şekilde sürdürebilmenin baskısını hissediyordu.

Tarlaların genişliğinde ağır adımlarla yürürken, çimenlerin hışırtısını ve rüzgârın savurduğu saman kokusunu hissetti. Bir süre dronların alçak uçuşlarını izledi. Yapay zekânın sunduğu avantajların ötesinde, derinlerde gizemli bir geleceğin izlerini arıyordu.

Çiftlikteki tüm bu gelişmelerin ardından Ege’nin zihninde beliren bir soru vardı: Teknoloji, yalnızca insanları rahatlatmak için mi var olmalıydı, yoksa daha büyük hedeflere ulaşmanın bir aracı mıydı? Bu düşünceler aklında dönüp dururken, yapay zekânın gelecekteki potansiyeline dair daha büyük hayaller kurmaya başladı.

Mars’ta bir tarım devrimi başlatmak, düşündüğünden çok daha yakın bir gerçeklikti. Gelecek, onun gözünde belirsiz ama bir o kadar da büyüleyici bir yolculuktu. Bir gün, tesiste elde ettiği deneyimler, onu insanlığın gelecekteki yeni yurdunda öncü bir figür hâline getirecekti.

Yorum bırakın