
Yösi Rıhtım
Küresel ısınmanın daha vurmadığı karasal iklimlerde veyahut kuzeyde buzullara yakın bir kasabada yaşıyorum. Dışarıda soğuk bir sabah, daha dün kar yağsa da sesleri soğursa diye içimden geçirmiştim. Bugün ise sabaha karşı vücuduma vuran soğukla uyandım. Sessizliği severim; karın, sesleri soğurduğu o huzurlu sessizliği. Yatağımın sağındaki camdan dışarı baktım, beyaza kaplanmış ağaçlara. Elim yatak başlığının köşesine asılmış olan kazağıma uzandı, derin bir nefes alıp kar kokusunu ciğerlerimde hissettim. Kazağı giymeden önce boynumu ve ayak bileklerimi hafifçe esnettim.
Kış mevsimindeyiz, kuş sesleri seyrek duyuluyor ama bu sabah birkaç cıvıltı kulağıma geldi. Minik melodiler, içimi ısıtan küçük mutluluklar gibi. Kafamı kırmızı kilimin doğrulduğu ahşap kapıya çevirdim. Kapı aralık, ardında bana sabah çayı getiren sevgili yüzü belirdi. Birlikte güldüğümüz, ağladığımız ya da çocuklar gibi zıpladığımız anların eşlikçisi.. İkram ettiği seramik kupayı ellerimle sardım.Sabahın sessizliği kuş cıvıltılarıyla iyi anlaşan çay kaşığı sesiyle karıştı. İlk başta sıcaklık elimi yaksa da, ısının damarlarımda yayılışını hissetmek hoşuma gitti.
Bu anı yaşarken bile hatırlamak isteyeceğimi biliyorum. Bir yandan bu anda kalmak istiyorum, sanki birazdan biri gelip beni buradan alacakmış gibi. Ama gitmek istemiyorum zaten beni öyle çekip alan falan da yok. Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, yüzümde huzurlu bir gülümseme belirdi. Günaydın diyerek, sırtımı yatak başlığına yasladım. Yatağın ucuna oturdu, bana bugün yapacaklarını anlatmaya başladı. Bir yudum çay alıp, ona kulak verdim. Anlattıklarını dinlerken, onun hayattan aldığı keyfi izlemek bana da iyi geliyordu.
Piyanoda yeni bir parça öğreniyormuş, gitar çalmaktan daha zormuş ama birlikte çalabileceğimiz bir parça bulmuş, mutlaka denemeliymişiz. Hayatımın bu anından memnunum, yıldızlar böyle dizildiği için şanslıyım.
Bu sakin sabahı küstürmek istemesem de içimdeki sakinlik düşmanı kertenkele beni yataktan çıkarıyor yetmezmiş gibi sevgiliyi bana katılması için davet ederken sözlerini karıştırıyorum o da ne diyeceğini unutuyor ama gülümsemesiyle karşılık veriyor. Mırıldanarak bi melodi tutturuyorum, kollarımı kaldırıyor sırtımı esnetiyorum yarım yarım gözlerimi kırpıştırıyorum. Tutturduğum melodi tanıdık geliyor, o da bana katılıyor. Güneşli günlere ait bu mırıltı karın soğuğunu kırıyor bizimle birlikte mutfağa giriyor günün aydınlığına eşlik ediyor.
Gençliğimde biliyordum; üniversiteden mezun olup yirmili yaşların sonuna geldiğimde—artık ailemden giderek uzaklaştığım bu dönemde—etrafımda ne yapacağına emin olan insanlar, aile kurmuş olanlar ve hala bir şeyleri çözmeye çalışanlar olacaktı. Bir de ben; endişelerden uzak kalmaya çabalarken hayatın melodisini kaçırmaktan korkan… O zaman ne yapacağımı bilmiyordum, hala da bilmiyorum. Ancak beni hala bir şeyleri çözmeye çalışanlardan ayıran bir fark vardı; belki de bu, bizi emin olanlardan uzak tutan şeydi: Yapmak istemediğim bir şeyi asla yapmayacaktım. Bunun beni zorlayacağını o zaman da biliyordum, şimdi de farkındayım.
Hiç büyümek istemeyen beni buralara getirdiği için zamana kızamam, o da işini yapıyor. Ben de hayatımı hiç büyümek istemeyen o çocuk olarak geçirdiğimde ne kaybedebilirim ki? Kaybedeceğim şeyler zaten olmasını istemeyeceklerimdir. Şu zamana dönecek olursak başında durduğum yumurtaları kaybetmek istemem, ocağı kapatıp tavayı masaya yerleştiriyorum. Melodimiz yavaş yavaş yerini porselene dokunan çatal bıçak seslerine bırakıyor.





Yorum bırakın