
2.Kısım
Robert E. Howard/Emrecan Doğan
Sadece bir tek kedinin ekmek parasını[1] ödediğini duydum ki bu onun kendi erdeminden değildi, sahibinin yaratıcılığındandı. Uzun yıllar önce Arkansas eyaletini bir at arabasıyla dolaşan bir aylakla yanında cins olmayan büyük, şişman bir kedi vardı. Bu yolcu asla çalışmıyordu, midesi tıka basa yiyecekle doluyken bile açlıktan ölecekmiş gibi görünen zayıf, uzun boylu ve sinirli bir görünüşü vardı.
Çalışmadan yiyecek edinme yöntemi gayet basit ve sanatsaldı. Atını ve arabasını bir çalılığın arkasına gizler ve kedisini koltuğunun altına sıkıştırarak sanki uzun süredir açmış gibi hafifçe yalpalayarak bir çiftlik evine giderdi. Kapı çalındığında evin hanımı şüphe dolu bakışlarla geldikten sonra dilenmek gibi kaba ve apaçık bir taktiğe başvurmazdı. HAYIR; şapkası önündeyken, alçakgönüllülükle bir parça ekmek için yalvarırdı.
“Tanrı aşkına” Neredeyse değişmez yanıt olurdu. “Niçin bir parça ekmek istiyorsun?”
“Hanımefendi” diye yanıtlardı dahi adam, titreyerek. “O kadar açım ki neredeyse bu kediyi yiyeceğim.”
Hemen hemen her seferinde şaşıran iyi yürekli kadın o kadar şaşırırdı ki, yalandan itiraz eden yolcuyu eve sürükleyerek onun –ve kedisinin- karnını kilerinin en iyileriyle doldururdu.
Ben bazı insanlara musallat olan tuhaf kedi fobisinden[2] mustarip değilim, ya da hayvanlara olan düşkünlüğü yukarıdaki iğrençlik gibi açıklanamaz veya zalimane olanlardan da değilim. Kedileri sahiplenebilirim ya da sokakta bırakabilirim.
Çocukluğumda etrafım genellikle kedilerle çevriliydi. Ara sıra başkaları veriyordu, daha sıklıklaysa kendileri gelip yerleşiyorlardı. Bazen de aynı derecede gizemli bir şekilde gidiyorlardı. Sıradan kedilerden, köy kedilerinden, sokak kedilerinden, soyağacı ya da soy gururu olmayan kedilerden bahsediyorum. Melez insanlar gibi melez hayvanlar da bir araştırma konusu olarak açık ara en ilgi çekici olanlardır. Ülkemin benim bulunduğum bölgesinde[3] yüksek fiyatlı, safkan kedigiller nispeten yakın bir tarihe kadar bilinmiyordu. İran kedisi, Ankara kedisi, Malta kedisi, Manx kedisi ve benzerleri gibi terimler çok az anlam taşıyordu ya da hiçbir şey ifade etmiyordu. Kedi sadece kediydi ve yalnızca fare yakalama yeteneğine göre sınıflandırılırdı. Son zamanlardaysa Amerikan sokak kedisinin kanında belirgin bir değişim fark ettim; safkan türlerle karışarak olağanüstü renk ve şekle sahip kediler doğuruyorlar. Bunun yaygın melez nüfusu geliştirip geliştirmeyeceği yalnızca zamanın cevaplayabileceği bir sorudur.
Kendi adıma ben her zaman bir sokak kedisini yeğlerim.[1] Gördüğüm ilk safkan kediye ne kadar yoğun bir tiksintiyle baktığımı hatırlıyorum; hantal, gri kürklü bir top yumağı ve tam bir aptallığın boş bakışlarından ibaretti. Çılgınlar gibi havlayan bir köpek bahçeden geldi ve şımarık aristokrat şaşkın şaşkın baktıktan sonra hantal adımlarla verandayı geçip bir direğe tırmanmaya çalıştı. Bir sokak kedisi, gri bir şimşek gibi şaftın yukarısına fırlayarak uygun bir noktaya atlar ve düşmanının başının üzerine kötü pati darbeleri atardı. Bu bocalayan sözde soylu canavar çıktığı sütundan rezil bir şekilde yuvarlandı ve köpeğin önüne *sırt üstü* yayıldı; köpek bu olay karşısında o kadar hayrete düşmüştü ki avının aslında bir kedi olmadığına sonucuna vararak onu alıp kaldırdı ve gitti. Bir mücadelenin garip bir aptallıkla kazanılması ilk değildi.
Bir zamanlar tarif edilemeyecek kadar çok farenin istila ettiği bir çiftlikte yaşamıştım. Tavukları parçalıyor, yumurtaları ve civcivleri yiyor ve evin zeminini kemirerek delikler açıyorlardı. Bina eskiydi, zemini de çürümüştü. Fareler her yere zarar veriyordu. Açtıkları deliklere teneke şeritleri çakıyordum ve geceleri tenekenin altında dişlerinin gıcırdadığını, öfke ciyaklamalarını duyabiliyordum. Tuzaklar işe yaramıyordu. Fareler akıllıdır, fareler o kadar kolay tuzağa düşürülemezler. Doğal düşmanları kedilerdi- tam olarak on bir tane. Onlar geldikten sonra eski çiftlik savaş alanına dönüştü. Dediğim gibi, büyük gri liman fareleri bir kedi için hiç de fena düşmanlar değillerdir. Birçok kez bir kediyi kıyasıya bir mücadelede yendiklerini gördüm. Köşeye sıkışmış farenin vahşeti bir söylenti gibidir ve birçok söylentinin aksine bu türü gerçeklerle doğrulanmıştır. Pek çok defa kuzenimle birlikte kedi dostlarımızın yardımına beysbol sopaları ve tuğlalarla koştuk.
Takımın en yiğidi neden olduğu bilinmez bir şekilde Fessler[2] adı verilen orta büyüklükteki gri bir kediydi. Bir kemirgen kahramanlık destanlarının döngüsünün temelini oluşturabilecek Homerosvâri bir savaşta dev bir fare tarafından çarçabuk utanç verici bir şekilde bozguna uğratılmasına rağmen kediler arasında en yiğidiydi. Aslında, ne kadar olağanüstü görünse de, bazen ona karşı neredeyse sevgi olan bir duygunun gölgesini hissediyordum.
Sükûneti ve vakarı vardı; çoğu kedi bu özelliklere sahiptir. Cesaretliydi-bu aksine genelde kedi ırkı tarafından bilinmez. Önemli bir fare avcısıydı. Zekiydi-tanıdığım en zeki kediydi. Nihayetinde kedi topluluklarını etkileyen o açıklanamayan salgınlardan birinde bir tanesi hariç tüm kediler ölürken kendini ölmek üzere eve kadar sürükledi. Hastalanarak ağıra çekildi ve kaybedeceği savaşı orada tek başına verdi; ancak ölümle burun buruna geldiğinde inziva yerinden sendeleyerek indi, gece boyunca acı içinde sendeledi, penceremin altına çöktü, cesedi de ertesi sabah orada bulundu. Sanki son çare olarak içgüdülerinin onu aramaktan men ettiği insan yardımını arıyordu.
Diğer kedilerin çoğu da yapayalnız, kendi sığınaklarında öldüler. Biri, siyah bir enik iyileşti ama o kadar zayıf ve güçsüzdü ki ayakta duramıyordu. Kuzenim bir tavşan vurdu, parçaladı ve çiğ etini kediye verdi. Ayakta duramayan kedi sıcak etin üzerine çömeldi, sağlıklı bir kediyi çatlatacak kadar yedi, sonra yan tarafına dönerek herhangi bir insanın gülümseyebileceği kadar açıkça gülümsedi ve uykuya dalan biri gibi ölümüne yattı. Talihsiz bir şekilde birçok hayvanın ölümünü gördüm ama bundan daha huzurlu, mutlu bir ölüm görmedim. Kuzenim ve ben onu salgında ölen kardeşlerinin yanına gömdük, başında bir de askeri selam verdik. Ölümüm de o kedininki kadar kolay olsun![3]
Bir kedinin hayatta kaldığını söyledim.[4] Bildiğim kadarıyla da hâlâ yaşıyor ve meskit ağaçlarıyla kaplı tepeleri yavrularıyla dolduruyor olabilir. Çünkü o gerçek bir Anka kuşuydu.
Vücudu iri, rengi alacalı bulacalıydı-siyah, beyaz ve sarının karışımıydı. Yüzü siyahtı bu yüzden ona Kara Surat[5] dedik. Dünyanın dertleriyle boğuşan bir de kendinden küçük kız kardeşi vardı. Dişinin yüzü yorgun bir palyaçonun trajikomik maskesiydi. Büyük Salgın’da öldü.
Ama Kara Surat ölmedi. Kediler düşmeye başlamazdan önce kayboldu ve ben onun hastalanarak ölmek üzere çalılıklara süründüğünü varsaydım. Ama yanılmışım. Arkadaşlarından sonuncusu da atalarına katıldıktan sonra, hastalık topraktan zaman ve tabiat eliyle temizlendikten sonra, Kara Surat eve geldi. Onunla birlikte bir uzun bacaklı yavru kedi sürüsü de geldi. Yavrular sütten kesilmeye hazır olana kadar çiftlikte kaldı, sonra bir kez daha ortadan kayboldu. Birkaç hafta sonra döndüğünde tek başınaydı.
Tekrar kedi toplamaya başladım ve çiftlikte yaşadığım sürece gizemli hastalığın geri dönüp onları tekrar yok ettiği zamanlara kadar kedi enflasyonu döneminin tadını çıkardım. Ama hastalık hiçbir zaman Kara Surat’a bulaşmadı. Her seferinde, katliam başlamadan hemen önce, gizemli bir şekilde ortadan kayboldu ve son kedi ölene ve salgın tehlikesi geçene kadar da dönmedi. Bu, tesadüf olarak görülemeyecek kadar çok kez oldu. Dişi kedi bir şekilde bildi ve arkadaşlarını vuran felaketten kaçındı.
O suskun, esrarlı ve Mısır’dan daha kadim gizemli bir bilgelikle yüklüydü. Yavrularını çevresinde büyütmezdi. Sanırım kalabalığın tehlikeli olduğunu öğrenmişti. Her zaman, kendilerini savunabildiklerinde, onlara ormana götürür ve kaybederdi. Ve bir insanın bir kediyi kaybetmesi ne kadar imkânsız olsa da hiçbiri Kara Surat’ın götürdüğü yerden geri dönmedi. Ancak hu kez kırsal kesim “vahşi” kedilerle dolmaya başladı. Oğulları ve kızları meskit düzlüklerinde, çalılıklarda ve kaktüs yataklarının arasında yaşadılar. Birkaçı çiftlik evleri buldu ve meşhur birer fare avcısı oldular; çoğuysa evcilleşmemiş, avcılar ve katiller, kuşları, kemirgenleri, yavru tavşanları ve şüphelendiğim kadarıyla tavukları yiyenler olarak kaldılar.
Kara Surat esrar perdesiyle örtülüydü. Gece geldi ve gece gitti. Yavrularını ormanın derinliklerinde doğurdu, sonra onları uygarlığı geri getirdi, böylece savunmasız bebekliklerinde korunabilecekleri bir yer buldular ve kendi işi daha az zor oldu, zamanı geldiğindeyse onları ormana geri götürdü.
Yıllar geçtikçe medeniyete dönüşleri daha az sıklıkta olmaya başladı. Sonunda yavrularını bile getirmedi ama onları vahşi doğada büyüttü. İlkellik onu çağırdı ve çağrı onun tembellik dürtüsünden daha kuvvetliydi. Sessizdi, ilkeldi, vahşi olana doğru çekiliyordu. Artık insanların meskenlerine gelmiyordu ama şafak vakti veya alacakaranlıkta onu uzun otların arasında gözleri siyah çubuklu altın bir çizgi gibi parıldarken veya meskitlerin arasında hayalet gibi kayarken görüyordum. Saf gözlerindeki ateş sönmemişti, tüylerinin altındaki kaslar yaşlılıktan yumuşamamıştı. Bu neredeyse yirmi yıl önceydi. Hâlâ kaktüslerle kaplı vadiler ve meskit kaplı tepeler arasında yaşadığını öğrenmek beni şaşırtmazdı. Bazı şeyler ölemeyecek kadar tabiatın bir parçası olur.
Şu anda sahip olduğum kedi sayısından emin değilim. Tek bir kedinin bile sahibi olduğumu kanıtlayamam, ancak birkaçı gelip yem kulübesinde ve arka basamakta yaşamaya başladı, kendilerini beslememe izin verdi ve zaman zaman bana bir mırıltı lütfu bahşetti. Kimse onlara sahip çıkmadığı sürece sanırım onlara kendi malım olarak bakabilirim.
Sayılarından emin değilim çünkü topluluğa eklemeler oldu ve kaç tane olduklarını bilmiyorum. Saman balyaları arasında ciyakladıklarını duyuyorum ama sayma fırsatım olmadı. Sadece çokça karışık melez kanı bir tür safkan soy ile seyreltilmiş tıknaz, tembel gri bir kedinin yavruları olduğunu biliyorum.
Bir zamanlar beş tane vardı. Biri, ziyaretleri gizli olan ve kısa süre sonra kesilen siyah beyaz bir kediydi. Biri, birçok iyi fare avcısının olduğu gibi küçük boyutlu, gri beyaz bir dişi kediydi ve iyi bir avcı gibi tuhaf bir şekilde ince bir sızlanma sesine sahipti. Barakaları ve yemlikleri tercih ettiği için Ahır Kedisi[6] adı verilmişti. Bir diğeriyse ilkel vahşetin muhteşem bir örneğiydi – dev bir sarı kedi, açıkça melez, İran kedisi olabilecek bir türle melez. Bu yüzden ona “Pers”dedik.
Ortalama bir sarı kedinin cesaretten yoksun olduğunu fark ettim. İran kedisi ise bir istisnaydı. Gördüğüm melezlerin en büyüğü, en güçlüsü ve en vahşisiydi. Her zaman açgözlüydü ve güçlü çenesi tavuk kemiklerini bile şaşırtıcı bir şekilde kırıyordu. Gerçekten de yemesi bir kediden çok köpeğinki gibiydi. Tembel veya titiz değildi. Ahlak ya da vicdandan yoksun, ancak kıskanılacak bir canlılıkta şehvetli bir servet askeriydi.[7]
Ahır Kedisi’ne aşıktı ve hiçbir kadın ondan daha mükemmel bir şekilde cilve yapamazdı. En yılışkan tavırlarıyla onu baştan çıkarmaya çalışıyordu ve karşılığında cırlamalar ve tırmalamalar yapıyordu. Kendi cinsinden olanlarla başa çıkmada bir aslan olan Ahır Kedisi ona karşı bir kuzuydu.
Kendisine en uygun şekilde yaklaşmasına izin verip onu cırlayan, pençeleyen bir öfkeyle karşılardı. Sonra cesareti kırılmış bir şekilde geri çekildiğinde de değişmez bir şekilde onu takip eder, didikler, onunla alay eder ve hiç huzur vermezdi. Yine de eğer tekrar umutlanırsa ve dişinin eylemleri karşısında ilerleme girişiminde bulunursa anında hakarete uğramış bir bakire rolünü üstlenip onu dişlerini ve pençelerini göstererek selamlardı.
Ona karşı davranışıyla Hoot’a karşı tutumu büyük bir tezat oluşturuyordu. Hoot, rengi onu sanki bir futbolcu[8] kaskının burun koruyucusunu takmış gibi gösteren büyük siyah beyaz benekli bir kediydi. Hoot, Ahır Kedisi’ni etkilemek için fazla tembeldi ve o Hoot’a tahammül ediyordu, daha doğrusu onu tamamen görmezden geliyordu. Hoot onu seçtiği uyku yerinden itebilir, mama kabına giderken kulağına basabilir ve hatta kişisel yemeğinden seçilmiş lokmaları alabilirdi ve dişi hiçbir şekilde kızgınlık göstermiyordu, oysa İran kedisi bunlardan herhangi birini yapmaya kalkarsa onu parçalamaya hazırdı. Öte yandan Hoot’a karşı duyduğu küçümseme apaçık ortadaydı ve ona asla İran kedisine yaptığı gibi sataşmıyor veya kızmıyordu.
Onların aşkı bazı insanların aşklarından çok da farklı değildi ve tüm aşklar gibi onlarınki de sona erdi. Pers bir savaşçıydı. Zamanının çoğunu yaralarını iyileştirmekle geçirdi, bu yüzden her zaman zayıftı ve kafasıyla vücudunda her zaman birkaç kısmen iyileşmiş yara izi bulunurdu. Sonunda taze yaraları ve kırık bir bacakla topallayarak içeriye girdi. Kısa bir süre etrafta yattı, yardım istemeyi reddetti ve sonra ortadan kayboldu. Sanırım içgüdülerini takip ederek kendini bir yere sürükleyip ölümü bekledi.
Ahır Kedisinin kariyeri de kısa sürdü. Sevgilisi akıbetine uğradıktan kısa bir süre sonra, bir sabah kuyruğu neredeyse vücuduna kadar çiğnenmiş bir şekilde ortaya çıktı. Şüphesiz iç yaraları da vardı. Mürettebatta fare avcısı olarak mamasının hakkını veren tek kişiydi ve normalde büyük gri farelerden kaçınsa da, sonunda onun sonunun sorumlusunun onlar olduğuna inanıyorum. Her neyse, o da yaralarıyla birlikte ortadan kayboldu ve geri dönmedi.
Gri kedi ve yavruları hâlâ Güneş’te uyuyan ve kendini temiz tutmak için bile çok tembel olan Hoot ile birlikte kalıyor. O tüylerinin tozlu kalmasına izin veren gördüğüm tek kedi. Bir kum fırtınasından sonra günlerce sefil bir hâlde oluyor. Belki geceleri fare yakalıyordur ama gündüzleri aylaklık etmek dışında hiçbir şeye heves göstermiyor.
Bir kedinin hayatı dokuzla sayılamaz. Genellikle kısa, şiddetli ve trajiktir. Acı çeker ve eğer yapabiliyorsa başkalarına da acı çektirir. İlkel, hayvanca bencildir. Kısacası korkunç ve dehşet verici potansiyellere sahip bir yaratıktır, ilkel öz sevgisinin kristalleşmesi, uçurumun karanlığının ve sefaletinin maddeleşmesidir. Çukurlardan oyulmuş, yeşil gözlü, çelikten yapılmış kürklü bir karanlığın birleşimidir; ışık, sempati, rüya, umut, güzellik, açlık ve açlığın giderilmesinden başka hiçbir şey bilmez. Fakat başlangıçtan beri insanla yaşamıştır ve son insan düşüp öldüğünde, bir kedi onun acılarını izleyecek ve büyük ihtimalle de onun soğuyan etiyle dipsiz açlığını doyuracaktır.
Çevirinin Sonsözü
Ülkemizde ne yazık ki endişe verici gelişmeler oluyor. Tabii ki bu ülkede her gün o kadar çok endişe verici gelişme yaşanıyor ki cümleden hangisini kastettiğimi anlamamış olabilirsiniz; Meclis’ten geçen katliam yasasından bahsediyorum. Çevirdiğim yukarıdaki makalenin yazarı Robert E. Howard sürekli kanlı dövüşlerin olduğu öyküler yazan bir yazardı ve kedileri köpeklerden daha aşağıda görüyordu. Ama o bile böyle bir vahşeti, iyi tezgahlanmış ve karşısındakini tamamen köşeye sıkıştıran böyle bir düzenbazlığı düşünememiştir.
Medeni insan barbar insandan daha vahşidir çünkü kafatası kırılmadan kaba olabileceğini bilir.
Dipnotlar:
[1] Burada asıl kullanılan sözcük salary’dir. Kelime tuz anlamına gelen salt sözcüğüyle aynı kökene dayanır, bu durum eski zamanlarda ödeme araçlarından birinin de tuz olmasından kaynaklanmaktadır. Günümüzde maaş anlamında da kullanılıyor. İngilizcedeki deyimi elimden geldiğince karşılayabilmek adına sözcüğü ekmek parası olarak çevirdim.
[2] Howard burada klinik kedi korkusu olan Ailurofobi’den bahsediyor.
[3] Teksas’ın Cross Plains kasabasından namıdiğer Batı Teksas’dan bahsediyor
[4] Howard insanlara bakış açısını kedilere de uygulamış. Howard için insanın barbar olanı, kedinin de sokakta yaşayanı yani bir nevi evcilleşmemiş barbar olanı makbuldür.
[5] .
[6] Howard’ın bu tür hayalleri hep varmış. Kolay, genç, kimseye yük olmadan ve yiğitçe ölüm onun tasavvurudur. Burada intiharının şekline dair bir referans da var.
[7] Salgına yakalanıp sonra iyileşen kedi yavrusu devamında öldüğü için Robert onu saymıyor. Şimdi bahsedeceği yetişkin kedi salgının tek kurtulanı.
[8] Orj.Blackface
[9] Orj.Ahır Kedisi
[10] Burada servet derken şaka yollu evdeki öteberiyi ve bir kedinin fareden koruyabileceği diğer şwtleri kastediyor olmalı.
[11] Amerikan Futbolunda oyuncular başlarına kask takarlar. Football kelimesi Amerikan Futbolu’nu karşılarken bizim bildiğimiz futbol ise Soccer kelimesiyle karşılanır.





Yorum bırakın