Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

NADİRELER KABİNESİ

,

Okuma Süresi

7–10 dakika

Zeynep Yılmaz

Yakın tarihte, Netflix’te yeni bir antoloji seyirliği yayınlandı. Meksikalı usta yönetmen ve yapımcı Guillermo del Toro’nun sunumuyla, şenlikli bir korku şöleni olan Cabinets of Curiosities artık bizlerle ve korkuseverlerin kendisini izlemesini bekliyor. Naçizane bu sekiz bölümden oluşan diziyi izledim ve sizler için inceledim. Cabinets of Curiosities nasıl bir iş olmuş? Cevabını birlikte arayalım…

Öncelikle, bu antoloji dizisine adınj veren kavramı ele almak istiyorum, değerli okurlar. Cabinet of curiosities yani Türkçe çevirisiyle nadireler kabinesi ya da ilginçlikler dolabı, 1500’lü yıllarda karşılaştığımız bir kavram. Soylu ve zengin ailelerin, toplayıp sergiledikleri bir çeşit koleksiyon demek, yanlış olmaz. Günümüz modern sergilerinin ve müzelerinin de atasıdır kendileri. İlk ortaya çıkışı “wunderkammer” kelimesiyledir. Johannes Müller ve Kont Cristoph Froben tarafından kullanılmıştır. Bavyera Dükü’nün düzenlediği bir “wunderkammer” seçkisi de 1565’te yazılan Samuel Van Quiccheberg’e ait bir kitapta yer almıştır. Bu vesileyle, aynı kelimeyle bir kez daha denk geliriz.

Kısaca bu öncül-sergi ya da öncül-müze diyebileceğimiz yapının bölümlerine ve felsefesine de kısaca değindikten sonra kısa kısa sekiz bölümü de sizlerle beraber inceleyeceğim değerli okurlar. Nadire kabineleri, genel itibariyle beş bölümden oluşurlar. Bunlar; Artificialia, Naturalia, Scientifica, Exotic ve Mirabilia olarak adlandırılırlar.

Artificialia, arkeolojik kazılar sonucunda ilk çağlardan kalma sanat eserlerini barındırır. İkinci bölüm Naturalia; bitkiler, hayvanlar ve doğadan gelen ilginç nesneleri kalıntıları içinde barındırır. Scientifica, adından anlaşılacağı üzere dönemin zirvesini temsil eden bilimsel aygıtları, Exotic ise, coğrafi keşifler ve kolonizasyon çalışmaları neticesinde elde edilen ilginçliklerin sergilendiği bölümdür. En son bölüm Mirabilia’da, mucizevi ve doğa üstü olduğuna inanılan unsurlar sergilenir. Bu bölüme ait en bilinen nesneler, unicorn boynuzu ve deniz kızı iskeletidir.

Nadireler Kabinesi’nin temelinde sadece bilimsel veyahut doğa üstü unsurların halka sergilenmesi değil, aynı zamanda kişisel zevklere ait koleksiyonerlik olgusu da yatmaktadır. Coğrafi keşifler sonucu zenginleşen Avrupa ve soyluların, bu keşif ve çalışmaların ürünlerini şahsi alanda sergiledikleri bir kaynaktır da aynı zamanda bu kabineler. En meşhurlarından biri, İtalya’nın meşhur ailelerinden birine mensup Ferrante Imperato’nun 35.000 ‘in üzerinde, bitki ve bitki fosili, doldurulmuş hayvan ve mineral örneklerinden oluşan seçkisidir. 1599 yılında yayımlanmış  Dell’historia naturalia da bu öncül-sergileri ilk kez resmeden kitaptır. 

Bu kadar bilgiye doyduktan sonra, yavaştan bölümlere geçebiliriz. Sekiz farklı hikayenin işlenişine, yönetmenlerine ve şahsi fikrimce iyi ve kötü yanlarına değineceğim, değerli okurlar.

  1. Lot 36: İlk bölümün hikaye yazarı, bu antoloji serisinin yapımcısı olan Guillermo Del Toro. Açık artırmayla terk edilmiş depoları hileyle alarak ve aldığı eski depodaki para edecek şeyleri satarak geçimini sağlayan kaba saba bir adamın başına gelenleri anlatıyor hikayemiz. Hali ve tavrıyla mülteci karşıtı, umursamaz ve yerel Amerikan tabiriyle “white trash” biridir ana karakterimiz Nick. Üstelik çok da borcu vardır ve bu borcu kapatamazsa başına geleceklerden korkmaktadır. Yine aldığı terk edilmiş bu depolardan birinde, oldukça eski üç kitap ve garip eşya bulur. Bunları çok para edeceği umuduyla satmaya gittiğinde, ona hayal ettiğinden bile çok para kazandıracak dördüncü bir kitap olduğunu öğrenir.

Bu bölümün yönetmeni, Guillermo Navarro. Del Toro ile bir Pan’s Labyrinth, Pacific Rim filmlerinde görüntü yönetmeni olarak çalışmış. Aynı zamanda diğer bir ünlü yönetmen Robert Rodriguez’in kült filmleri, Desperado ve From Dusk Till Dawn’da da görüntü yönetmenliği yapmış. Başarılı bir özgeçmişi var diyebiliriz bir bakıma. Ortalama derecede iyi bir bölümdü şahsi fikrimce. Ama başlangıç olarak iyi bir başlangıç oldu diyebilirim.

  1. Graveyard Rats: Bu bölüm, kozmik korku yazarı Henry Kuttner’ın 1936 senesinde Weird Tales’te kaleme aldığı aynı isimli öyküden uyarlanmış. Yine bir alacak verecek davası ve yine borç batağındaki bir ana karakter hikayesi var karşımızda. Mezar soygungusu Masson, cesetlerden para edebilecek ne var ne yok toplayan birisidir. Bilhassa cesetlerdeki altın dişlerle ilgilenmektedir ancak mezarlıkta kol gezen fareler cesetleri yediği için de bir türlü emellerine ulaşamamaktadır. Bundan bıkan Masson ile mezarlık farelerinin mücadelesi artık başlamıştır.

İkinci bölümün yönetmeni, 90’lı yıllara damga vuran gerilim filmi The Cube’yi yöneten Vincenzo Natali. 

  1. The Autopsy: Üçüncü bölüm de bir öyküden uyarlama. 1980’li yıllarda Amerikalı yazar Michael Shae tarafından kaleme alınan öyküde, otopsi memuru Doktor Carl Winters’in her zaman yaptığı rutin bir otopsi sırasındaki sıradışı tecrübesini anlatıyor okura. Daha öncesine gelecek olursak da, Şerif Crane’nin kasabasında ilginç cinayetler işlenmektedir ve katili bulmak öylesine zordur ki, Crane eski dostu, otopsi memuru Doktor Carl Winters’ten cesetler üzerinde bir ipucu bulma ümidiyle otopsi yapmasını ister ve olaylar gelişir. 

Dizinin birçok eleştirmen ve izleyici tarafından en beğenilen bölümü bu bölüm oldu. The Autopsy, dozunda gerilimiyle ve otopsi temasıyla olsa gerek bana bir başka korku filmi olan The Autopsy of Jane Doe’yi anımsatmadı değil. Bu bölümü, 2020 yılında vizyona giren The Empty Man’in yönetmeni David Prior yönetti. İlk filmiyle korku sinemasına yeni umutlar aşılayan yönetmen, belli ki, bu bölümle beraber bir kere daha rüştünü ispatlamış.

  1. The Outside: Bu seferki bölüm bir hikayeden değil, bir çizgi romandan uyarlama. Kanada doğumlu ve Eisner ödüllü çizgi roman sanatçısı Emily Carroll’un aynı isimli çizgi romanında geçenleri siyah ekranda izledik bu bölüm itibariyle. Hikayenin ana karakteri, güzellik konusuna takıntılı ve kendisini çirkin bulan Stacey. Onu çok seven, iyi bir eşi ve iyi imkanlara sahip bir ev hayatı olsa da, Stacey güzellik takıntısı sebebiyle öyle ileriye gitmiştir ki, insanın aklının havsalasının alamayacağı dehşetlere aralanmıştır evinin kapıları. Kendisiyle sürekli kıyasladığı arkadaşlarından geri kalmamak için mental sorunlara yol açacak bir kremi sürmeyi göze almasıyla başlamıştır her şey. Ancak gel gelelim, zavallı Stacey güzelleşmenin yakınında geçmek bir yana dursun, daha da derin bir bataklığa saplanıp kalacaktır. 

Dördüncü bölüm, 2014 yılında beyaz perdeye aktarılan A Girl Walks Home Alone at Night filminin yönetmeni, Ana Lily Amirpour tarafında yönetildi. Bu filmle vampir temasına ilgi çekici bir bakış atan İranlı yönetmen, ne yazık ki, The Outside ile bir nebze çuvallamış. Ortalama ile vasat arası diyebileceğimiz bir bölümdü demek yanlış olmaz bu sebeple. Ancak iyi yaptığı bir şey varsa bu bölümün, beden korkusunu başarılı kullanmasıdır diyebilirim.

  1. Pickman’s Model: Birinci sezon tam ortasına geldik. Bu bölüm ise, dünyaca ünlü kozmik korku yazarı H. P. Lovecraft’ın meşhur öykülerinden birinin ekrana yansıtılması. Ancak senarist ve yönetmen farkı göze çarpıyor. Bölüm, sanat öğrencisi Will Thurber’in çizdiği ürkütücü çizimlerle herkesin şaşkına çevirip korkutan garip ressam Richard Pickman’ın arkadaşlığı etrafında şekilleniyor. Thurber’in hayranlık beslediği bu ürkütücü adamın resimlerindeki akıl almaz gerçekçilik ve canlılık, deliliğin vahşetli fısıltılarını zihnine sinsice işlerken, hayatı da tükenmek bilmez bir kabusa dönüşecektir. 

Lovecraft’ın bu kısa hikayesini ekrana aktaran, 2019 yapımı The Vigil’in yönetmeni Keith Thomas. Hikayenin kendisi çok iyi bir hikaye olduğundan son derece iyi başlayan bir bölüm var karşımızda. Ancak hikayeden farklı bir yol izleyerek bir zaman atlaması yapıyor hikaye ve bu bana kalırsa hikayenin elindeki potansiyeli ziyan ediyor. Ancak sonu bir nebze telafi ediyor gibi bu potansiyel kaybını. Ortalama üstü, güzel bir bölümdü Pickman’s Model.

  1. Dreams in the Witch House: Yine bir Lovecraft öyküsü ve yine bir uyarlama. İkiz kız kardeşi Epperley’in, seneler evvel Kayıp Ruhlar Ormanı’na çekilişinin ardından yıllarca onu oradan nasıl kurtaracağını arayıp durmaktadır. en ufak bir ihtimali dahi değerlendirip en makulünden en saçmasına her yola başvurmuştur. Acaba gerçekten kardeşini son bir kez olsun görebilecek midir?

Altıncı bölümü, Twilight ile tanınan Cathrine Hardwicke yönetmiş. Zaten bunu öğrendiğimde kötü bir bölüm olmasına bu kadar da çok şaşırmadım. Karma karışık bir hikaye ve kötü oyunculuklar bölümün kötü olmasındaki ana sebepler desek yanlış olmaz. Adeta kötü hazırlanmış bir korku çorbası sunulmuş bize. Cadı desen var, hayalet desen var. Bunlar yetmedi mi? Yetmediyse, şeytan çıkarma da var. Kısacası, bu antolojinin en düşük bölümüydü, Dreams in the Witch House. Açıkçası seneler evvel, televizyon kendi yer bulan bi başka korku seçkisi Masters of Horror’daki Dreams in the Witch House, bu bölümden kat kat iyiydi ve yazar Lovecraft’ın hikayesinde anlattıklarına daha paralel bir kurguyla ilerliyordu, modern bir yorum olmasına rağmen.

  1. The Viewing: Sondan bir önceki bölüm, bu seçki için yazılmış bir senaryo, bir uyarlama değil. Zaten diğer bölümler gibi bir uyarlama olmamasının yanı sıra, son derece deneysel bir anlatım tarzı seçmesi de, The Viewing’i diğer bölümlerden ayıran bir diğer özellik. Hikayemiz, kendini tamamen insanlar soyutlamış son derece zengin bir adamın üç erkek ve bir kadını kendi evine davet etmesiyle başlıyor. Bir fizikçi, bir müzisyen, bir medyum ve bir yazar, son derece zengin ve gizemli biriyle buluşursa ne olur? Evet, ot çekip felsefe tartışılır tabii ki! Ayrıca bir meteor, nasıl felaketlere gebedir? Bölümün ilerleyen dakikalarında hepsi bu sorulara cevap olacaktır.

The Wieving, 2018 yapımlı ve Nicholas Cage’nin başrol oynadığı Mandy’nin yönetmeni Panos Cosmatos tarafından çekilmiş. Mandy’deki saykodelik havayı burada da görüyor olmamız, bu sebeple rastlantı değil. Ayrıca bu seçkinin geneline yansımış olan kozmik korku teması, bu bölümde de kendine yer bulmuş. The Autopsy ile birlikte bu serinin en iyi bölümlerinden biri desem yanlış olmaz.

  1. The Murmuring: Yine bir Guillermo Del Toro öyküsüyle karşı karşıyayız. Duygusal tonu da yüklü olan bir öykü var üstelik, bir aile travması ve ebeveyn acısıyla karşı karşıyayız. Nancy ve Edgar Bradley çiftinin öyküsü anlatılıyor bu son bölümde bizlere. Kuş bilimci olan çiftimiz, gözlerden uzak, kırsal bir bölgede kuş gözlemi yapıp bilime sunacakları katkılara bir yenisini eklemektedir. Akademik camiada yaptıkları çalışmalar ses getirdiğinden çalışmalarına ara vermeden, çeşitli kuşların oldukça yoğun olduğu bir bölgede ev kiralarlar. Ancak kiraladıkları evin eski sakinleri, çiftimize özellikle Nancy’e rahat vermemektedirler. Bunu yaparken de kuşları kullanmaktan çekinmemektedirler. Hikaye, her ne kadar korku sineması ve edebiyatında sıklıkla rastladığımız klasik bir hayalet anlatısı olsa da, filmin zarif dili ve sanat üslubu hikayeyi son derece izlenir kılıyor.

Son bölüm ise, 2014 yapımı olan ve korku sinemasında şimdiden sağlam şekilde yerini Babadook’un yönetmeni Jennifer Kent tarafından yönetilmiş. Babadook’daki kırılgan kadın karakterinin burada da karşımıza çıkıyor olması, bir rastlantı olmasa gerek. Kuşların, bölümdeki kullanımı ise hayalet temasına ayrı bir zenginlik katmış ve seyirlik zevkini artırmış. The Autopsy ve The Viewing ile birlikte en iyi bölümlerden biri de The Murmuring.

Kısacası, Del Toro’nun nadireler kabinelerine bir bakış attık ve öncesinde de bu kavramın çıkışını, ne amaçla kurulduğunu ve neler ihtiva ettiğini görmüş olduk. Umarım sizlerle de izlerken keyif alırsınız. Korku severler için kaçmaz bir seyirlik Cabinets of Curiosities.

İyi seyirler!

“NADİRELER KABİNESİ” için bir cevap

  1. Güzel gibi izlemek istiyorum nasipse

    Liked by 1 kişi

Yorum bırakın