
Barthaud
“Havadan bile hafif bir koku bu; çürüyen bir ceset gibi asılı kalıyor havada. Hem de baş aşağı. Havadan bile hafif bir koku bu ve duyumsayamıyorsun ne yazık bir daha. Sana getirecek bir rüzgâr yok onu. Çoktan kaybetmişsin yeri ve oraya gitmek için gerekli erdemi. Bir cennet bahçesinden kovulmuşsun.”
Kovulmuş muydum acaba? Ama her şey daha yoğun ve belirsizdi zihnimde. Hatırlıyorum: bir bahçeydi, adını ben koymuştum; anılarım henüz yeni yetişiyordu, bütün varlığım. Her tarafım okyanus gibiydi. Orada tanıştım rengarenk, mutlu, taçyapraklı çiçeklerle.. Bir çiçek selam verdi bana.
Kayıp mı olmuştum yalnızca?
Ağaçları da tanımıştım mesela, o masal kahramanlarını bile: onları tanıdıktan sonra bile rahatlıkla diyebiliyorum, anlatılmaya değer kimselermiş. O yaratıkları ve gökten düşeni de gördüm. Beden gelmeden önce de buradaydım ben ve belki ondan sonra da burada olacaktım. Neresi deniyor buraya? Neresindeyiz bu hiç bilmediğim yerin?
Ve meraka sürüklüyor bu beni..
Altın şehirler de görmüştüm mesela, hayallerimde: upuzun sütunlarının üstü o güne dek hiç görmediğim oymalarla kaplıydı; oymaların içi büyük bir ustalıkla, özenle işlenmiş en nadir mücevherlerle süslüydü. Onlarca insan büyüklüğündeki kapısı, şimdi hiç bilmediğim bu kentin içini bütün seyyahlara açıyordu. Ama ben yasaklı gibiydim,
sanki onlara karşı affedilmez bir suç işlemiştim. Kapıda ölümcül bir sabırla bekliyordum: içeri girecek olmayı bırak, adımımı kapıdan attığım vakit bu şehrin bütün insanları beni tanıyacaktı. Ben de geri dönmüştüm sonra, etrafa bir bakınmıştım. Yedi tane tepe gördüm orada, birine oturdum ve uzaktan izledim kenti.
Ve meraka sürüklüyor bu beni..
Şimdi bu bahçedeydim: sonra birden zihnimde korkunç bir gölge meydana geldi. O neredeydi?
O yani?.. Marina?
Ve meraka sürüklüyor bu beni..
Ben Marina’yı doğumumdan çok sonra meydana getirdim. Ona bir kalp gerekiyordu, okyanusun nabzını, dalgaları verdim. Bir beden gerekiyordu: kendi etimden verdim, sonra çiçeklerle kardım onu. Peki ya gözleri?
Ve meraka sürüklüyor bu beni..
Daha birçok kente giremiyordum geleceğe yönelik anılarımla: bu karşımda duran canlılar muhakkak bendendi ama büyük bir günah işlemişim gibi korkuyordum onlardan. Rüyalarımda duymuştum yine: zümrüt şehirleri, benden çok daha farklı olan perilerle dolu. Her rüya ruhuma işleniyor gibiydi. Mesela neydendi kaburgaları, hani o ellerimle bacaklarından beline geçtikten sonra ince parmaklarla çizdiğim? Hatırlamam gerekiyor sadece daha fazlasını.
Nerede Marina? Anılarımda mı bulmam gerekiyor önce onu? Yoksa gerek yok mu buna. Nasılsa görebileceğim hiçbir kızgın düş onu kıyaslamak istediğim güzelliklere yeterli gelmeyecek. Onu en çok nasıl seveceğimi biliyorsam öyle meydana getirebilirim. Hem Tanrı yaratılarını çok fazla çalmama müsaade etmezdi. Ben, Tanrının ve benden çok sonraki insanların hiç düşünmediği bambaşka bir fikirden yarattım onu. Ellerimde öyle kudretli bir ateş vardı ki bunun Tanrı’dan olmadığına emindim; onu da yaratan şeydendi bu ateş. Ustalıkla fikrim üzerinde çalışabilirdim.
İstediğim gerçeği oyabilirdim: seni oydum Marina.
.
*. *. *
Yaşama ilk kez merakla uyandım ve gözlerimi açtığımda ilk dilediğim şey birçok sevgiydi.. herkese, her türe: ne yazık ki bunu gerçekleştirememiş olmanın yorgunluğunu yıllar sonra çekecektim. Sanki ben parmağımı ne zaman ufka uzatsam, aniden bir karanlık çökmeye başlıyor ve her şey her türden rengini kaybedip, simsiyah bir hiçliğe bürünüyordu. Gösterdiklerime inanamıyordum, gözlerim o manzaraya sadece benim tanık olmamı istemişti.
O günlerden sonra ıstıraplarım daha da büyüdü. O ufka her bakışımda, aklıma az önceki iğrenç görüntüsü geliyor ve nasıl oluyor da kimseyle bu ânı paylaşamadığım düşüncesi beni kemirip bitiriyordu. İşte tam bu an, burada yapayalnızdım. Ama bunu sesli söyleyecek olsam bu yalnızlığı da kaybedecektim.
Sonra, ‘kelimeler’ dediğimiz şeyleri keşfettim, isimleri yazdım, not ettim, onları birçok yönden ilerlettim. Kendime has bir şekilde. Ama asla seslendiremedim. Kaldı ki, kafamdan geçen o kadar çok şey vardı ki içlerinden birine odaklanacak ve onu dillendirecek olsam yapacağım diğer bütün işleri bırakacaktım. Buna izin veremezdim. Yapmam gereken birçok şey vardı: birçok kez hazırlanmak vardı mesela, bir yerlere gitmek, yerimde duramıyordum, hep bir başkasıyla bir yere gidiyor ama yine tek başıma kalıyordum. Hiçbir ânı paylaşamıyor, her şeyi tek başıma yaşıyordum.
Marina. Birçok kez ansıdım bu ismi, ama hangi granit kayalardan aksederek geldi ilk kez kulaklarıma bu melodi? Marina ve incecik bacakları üzerinde duruyor. O benim bu dünyada en sevdiğim şeyin kızı. Denizin.
Marina. Hatıralarımı bile hiçbir şey değerli kılmıyor. Yalnız seninle olabilmek, Marina.
Kaburgalarım arasından geçen tenimin isteği bu: dudaklarım, ellerim, gözlerim, düşüncelerim hep seni aramakta. Ve Marina, bizim hiç beraber ânımız yok..
Ben görmek istediğimi hep denizin üstünden gördüm: açıklamaya cüret edemeyeceğim dehşette bir güzellik, sarının en beyaz tonlarında, saf bir ışık.. Oralarda mı yaşıyorsun Marina?
Biliyorum seni zihnimde canlandırabilsem, hemen gelip bulacağım.
Ama merakım başlıyor.





Yorum bırakın