
Abdullah Emre Aladağ
“Kıymetli ablam Zeynep Sezgin ve eşi Berk Sezgin’e”
Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde,
Nice masal anlatmışlar Çin ile Maçin'de.
Tellal olmuş develer, bağırırmış çöller aşıp,
Pireler berber olup saç kesmişler şıp şıp.
Günlerden birinde, Kaf Dağı'nın ardında,
Bir adamla kadın yaşamış, bir ormanın yanında.
Kadın Masal Ana'ymış, mahirce halı dokur,
Adam Berk Baba'ymış, davudi deyiş okur.
Masal Ana adı gibi, masal gibi bir kadın,
Periler kadar güzel, nahif ve cana yakın.
Berk Baba, adı gibi heybetli ve bilge,
Sesiyle azmini kapatamaz nice gölge.
Saadetle yaşamışlar, üç yavruyla beraber,
Zor günler olsa da, gülmüş onlara kader.
Günler geçip durmuş, dört mevsim oynaşta,
Karanlık ile aydınlık yine bozgun barışta.
Ormanı arşınlamış bir ihtiyar, bir zaman,
Namını duymuş meğer Masal Ana'nın, aman!
"Halı değil sanki masaldır bu nesne,
Kim görse hazırdır, onu almaya teşne!"
Adam varmış nihayet kerpiç evin yanına,
Berk Baba çıkıvermiş onun da karşısına.
"Buyur beyim, hoşgeldin! Nerelerden gelirsin?
Kaf Dağı'nın gerisinden ne haberler verirsin?"
Dönmüş ona ihtiyar, bezgin bakışlarla,
Başlamış konuşmaya, yılgın duruşlarla.
“Acem’den gelirim, Pir Şah’ın elçisiyim,
Nice diyarlar görmüş, bir dünya gezginiyim.
Şah’ım duymuş namını, mahir Masal Ana’nın,
İster ondan bir halı, süsü olsun sarayının.”
Berk Baba gülümseyip bakmış evinden yana,
Davudi sesi gürleyince gelivermiş Masal Ana.
“N’oldu oh Beyim, nedendir kükrersin,
Şuncacık yüreğimi dehşete sürüklersin?”
Berk Baba kahkaha atmış, sanmışlar ki yıldırım,
“Hanım, hele otur da, şimdicik anlatırım.”
İhtiyarı tanıtıp anlatmış dileğini,
“Şah görmek istermiş, maharetli bileğini.”
Masal Ana gülümsemiş, yanakları kan kızıl,
Duyunca bu haberi, başlayıvermiş fasıl!
Taylar gibi koşmuş, ürkek ve de narin,
Her adımında rüzgâr esmiş, rahmetli ve serin.
Ardından seğirtmiş, Berk Baba ve ihtiyar,
Haneye gelen misafir, olacakmış bahtiyar.
Istarını almış ele dikkatlice Masal Ana,
Başlamış dokumaya, hasretle, kana kana.
İlmekler arasından irkenekler fırlamış,
Halaylara tutuşup hepsi türkü haylamış.
Dağlar belirmiş sonra, üstünde bir ejderha,
Dağın aşağısındaysa, yemyeşil bir vaha.
Devler gözükmüş ardından, ovaların üstünde,
Keloğlan’ı kıstırmışlar, bir mağaranın içinde.
Köroğlu çıkıvermiş, sürüvermiş kıratını,
Tek hamlede alıvermiş, tüm devlerin başını.
Peri kızları görünmüş, hepsi denklikte güzel,
Nice erleri yakalamış, huri kolunda ecel.
Periler Şahı görünmüş, arkasında bir kasır,
Nice erler varamamış, çünkü yolu bir asır.
Simurg uçup konmuş, zümrütten Kaf Dağı’na,
Otuz kuş secde etmiş, kuşların sultanına.
Masal Ana dokumuş, böylelikle halıyı,
En güzelinden halı ki, güldürürmüş yaslıyı.
İhtiyar hayran kalmış, bu güzide esere,
Dizleri çözülüp de, düşüvermiş yere.
Titrek ve ağlamaklı konuşmaya başlamış,
Gözlerinde yaşlar, pınar olup çağlamış.
“Dediler de inanamadım, nice insan sözüne,
Bu halı hakikaten işler âdem tözüne.
Ben, Pir Şah’ım, Acem’in hükümdarı,
İrfanın yolcusu, Şehname haberdarı.
Nicedir arardım, masallar hikmetini,
Bulamazdım cümle yerde, efsane kuvvetini.
Duydum sizi evvelden, bulamadım bir türlü,
Anlattı rüyamdaki, ihtiyar bir börklü.
Dedi bana, ‘Ey oğul, ne diye kıvranırsın?
Çölde Mecnun misali, acayip davranırsın!’
Anlattım o ihtiyara, aramakta olduğumu,
Geceleri uyumadan, düşünüp durduğumu.
Dinledi bir vakit, aksakalını tutarak,
Gözlerinde yandı, ak ışık parlayarak.
Dedi yine, “Ey oğul, vardır bunun çaresi,
Tezden yola revan ol, bu gecenin ertesi.
Diyar-ı Rum’a gidip Şahmaran’ı bulasın,
Onun sarayından, Kaf Dağı’na varasın.
Dağın hemen yanında zümrüt gibi bir orman,
İçinde kerpiç ev var, unutma sakın, aman!
Masal Ana derler, bir mübarek kadındır,
Masalların hikmeti, halılarda saklıdır.
Diyar diyar gezip sor, bu kadının adını,
Söyleyecek herkes sana, maharetin namını.’
Kalkıp düştüm yola, hemen ertesi gün,
Ancak buldum da, varabildim bugün.
Gördüm ıstar ile Masal Ana dokurken,
Masalların hikmetini, göze açık kılarken.
Erdim muradıma, sizlerin sayesinde,
Görklü Tanrı sizlere, yer versin hanesinde.
Bundan böyle bir hırka, bir lokma yeter bana,
Saltanatım sizindir, ey bilge Masal Ana!”
Berk Baba şaşkınlıkla bakıvermiş hanımına,
Huzurlu ve mütebessim cevaplamış Masal Ana.
“Şah’ım nicedir, gözler idim yolunu,
Rüyamda görmüş idim, siz, Tanrı kulunu.
Demir çarık, demir asa, nice esrar arardın,
Fakr u Fena Vadisi’nde, herkese yol sorardın.
Şu dokuduğum halıya, eriştindi sonunda,
Halı son duraktı, bu çileli yolunda.
Fenaya ereyazdın, bugünden ötesi yok,
Tanrı’yı göreyazdın, cemalin güzeli yok.”
Pir Şah kalkıvermiş, huşu ile yerinden,
Bir derin “Hu!” çekmiş, yankılanmış derinden.
Nur ile dolmuş o an, kerpiç evin iç yüzü,
Öylesine parlak ki, kör edermiş gözü.
Pir Şah karışmış, kırklar ile yedilere,
Selam etmiş ev halkı, o gizli erenlere.
O günden sonra, ayrılmışlar oradan,
Saltanat nasip etmiş kullarına Yaradan.
Acem’e Şah olmuş, bilge âdem Berk Baba,
Giyivermiş üzerine, yakut süslü bir aba.
Masal Ana sultan olmuş, Acem’in sarayına,
Bilgeliğiyle hükmetmiş, haremin ihvanına.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine,
Gökten düşen üç elma, acep kimin kısmetine?






Yorum bırakın