
Kubilay Günay
1.
Bu, kendisi için özgürlüğe doğru giden yolun ilk adımıydı. Nihayet esas bedenine dönmeye hazır olduğunda, otomatik makinenin kolları yapay bedeni söküp, vücut hatlarına uyumlu iç çamaşırı giydirdi ve işlem bitince üzerinde uzun, siyah bir palto ile birkaç eşyasını alıp, uzaklaştı. Sürekli neden diye sormaktan bıkmıştı çünkü kaçak bir hayat sürmek onu çok yormuştu. Mutluluk, onun için aile demekti; yaşamı boyunca sevdiği kişilerden, hatta zengin olmaktan bile vazgeçmek zorunda kaldığı çeşitli mücadelelerden geçmişti. Çocukken kız kardeşi ona annesinin yaptığı ballı çöreklerden getirirken, büyükannenin tarifinden mi yoksa çöreklere olan düşkünlüğünden mi çok mutlu olurdu, bir türlü karar verememişti.
Dünya hep ilgisini çekmişti, özellikle küçükken dijital teleskopunu alır, bahçelerindeki yapay çime uzanıp minik ama bir o kadar da tatlı mavi gezegene bakardı. Aklına rahmetli annesi geldi, kendi soylarının Dünya’dan Mars’a ilk yerleşen insanlardan olduğunu hep gururla anlatırdı. Sehpaya doğru uzanıp belgelere baktı ancak uzun uzadıya gezegenler arası yardım ve dayanışma ile ilgili maddeleri okumadı. Aslında Dünya gezegenine yerleşmek gibi bir niyeti vardı çünkü son yüzyılda Mars’ta yaşam kalitesi iyice gerilemişti. Bundan sonra herkese iyilik yapan, temiz kalpli biri olmaya söz verdi.
Sonunda özgürleşmenin vaktiydi ama içindeki o şüpheden rahatsızdı. Bu yeri terk ettikten sonra, hâlâ onu yeni bir hayatın beklediğine inanmakta güçlük çekiyordu. Başkaları için çalışmaktan o kadar bıkmıştı ki bazen içinden işin içindeki herkesi silmek geçiyordu. Pişmanlık duygusu yüzünden uzun yıllar önce tetikçiliğe yönelmişti ancak bu omzunda ağır bir yük taşımak demekti. Artık kötü bir uçan araba kazasına yol açmaktan dolayı suçluluk duymayacaktı. Farklı düşüncelere dalıp durdu. Sonra bir deniz kenarında olduğunu hayâl etti ve ferahlatıcı kokuyu içine çekmek istercesine derin bir nefes aldı. Biricik kardeşini aramak için paltosundan telefonunu çıkardı; rehberden Nazan’ı bulmuş olsa da aramaya cesaret edemedi.
Odanın kapısını açarken kendisine yardım eden sadık dostlarını düşündü; onlar olmasaydı, burada olamayacağının açıkça farkındaydı. Yüreği, tüm dünyayı kucaklamaya yetecek kadar geniş olmasına rağmen, onu gerçekten tanıyanların sayısı bir elin parmağını geçmiyordu. Onun hakkında konuşanlar büyük bir yanılsamadaydı. Yaşı elli üç olmasına rağmen, hiçbir zaman öne çıkmayı seven biri olmamıştı. Bunu ailesi için yapıyordu, özellikle de kötürüm olan kız kardeşi için.
Şimdi amacına odaklanmalı ve kafasını toplamalıydı. Uzun saçlarını arkaya doğru fırlatırken, oldukça karizmatik görünüyordu. Bu anın hayâliyle ne zamandır yaşadığının, kendisi bile farkında değildi. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşündü ve sol elini kaldırıp holografik saatine baktı. İçi şimdiye kadar duyumsamadığı garip bir hisle dolmuştu. İleriye doğru birkaç adım attı ve zamanı geriye çevirecek olan kırmızı düğmeye bastı.
2.
İleriye doğru birkaç adım attı ve zamanı geriye çevirecek olan kırmızı düğmeye bastı. İçi şimdiye kadar duyumsamadığı garip bir hisle dolmuştu. Artık bir şeylerin değişmesi gerektiğini düşündü ve sol elini kaldırıp holografik saatine baktı. Bu anın hayâliyle ne zamandır yaşadığının, kendisi bile farkında değildi. Uzun saçlarını arkaya doğru fırlatırken, oldukça karizmatik görünüyordu. Şimdi amacına odaklanmalı ve kafasını toplamalıydı.
Bunu ailesi için yapıyordu, özellikle de kötürüm olan kız kardeşi için. Onun hakkında konuşanlar büyük bir yanılsamadaydı. Yaşı elli üç olmasına rağmen, hiçbir zaman öne çıkmayı seven biri olmamıştı. Yüreği, tüm dünyayı kucaklamaya yetecek kadar geniş olmasına rağmen, onu gerçekten tanıyanların sayısı bir elin parmağını geçmiyordu. Odanın kapısını açarken kendisine yardım eden sadık dostlarını düşündü; onlar olmasaydı, burada olamayacağının açıkça farkındaydı.
Biricik kardeşini aramak için paltosundan telefonunu çıkardı; rehberden Nazan’ı bulmuş olsa da aramaya cesaret edemedi. Sonra bir deniz kenarında olduğunu hayâl etti ve ferahlatıcı kokuyu içine çekmek istercesine derin bir nefes aldı. Farklı düşüncelere dalıp durdu. Artık kötü bir uçan araba kazasına yol açmaktan dolayı suçluluk duymayacaktı. Pişmanlık duygusu yüzünden uzun yıllar önce tetikçiliğe yönelmişti ancak bu omzunda ağır bir yük taşımak demekti. Başkaları için çalışmaktan o kadar bıkmıştı ki bazen içinden işin içindeki herkesi silmek geçiyordu. Bu yeri terk ettikten sonra, hâlâ onu yeni bir hayatın beklediğine inanmakta güçlük çekiyordu. Sonunda özgürleşmenin vaktiydi ama içindeki o şüpheden rahatsızdı.
Bundan sonra herkese iyilik yapan, temiz kalpli biri olmaya söz verdi. Aslında Dünya gezegenine yerleşmek gibi bir niyeti vardı çünkü son yüzyılda Mars’ta yaşam kalitesi iyice gerilemişti. Sehpaya doğru uzanıp belgelere baktı ancak uzun uzadıya gezegenler arası yardım ve dayanışma ile ilgili maddeleri okumadı. Aklına rahmetli annesi geldi, kendi soylarının Mars’a ilk yerleşen insanlardan olduğunu hep gururla anlatırdı. Dünya hep ilgisini çekmişti, özellikle küçükken dijital teleskopunu alır, bahçelerindeki yapay çime uzanıp minik ama bir o kadar da tatlı mavi gezegene bakardı.
Çocukken kız kardeşi ona annesinin yaptığı ballı çöreklerden getirirken, büyükannenin tarifinden mi yoksa çöreklere olan düşkünlüğünden mi çok mutlu olurdu, bir türlü karar verememişti. Mutluluk, onun için aile demekti; yaşamı boyunca sevdiği kişilerden, hatta zengin olmaktan bile vazgeçmek zorunda kaldığı çeşitli mücadelelerden geçmişti. Sürekli neden diye sormaktan bıkmıştı çünkü kaçak bir hayat sürmek onu çok yormuştu. Nihayet esas bedenine dönmeye hazır olduğunda, otomatik makinenin kolları yapay bedeni söküp, vücut hatlarına uyumlu iç çamaşırı giydirdi ve işlem bitince üzerinde uzun, siyah bir palto ile birkaç eşyasını alıp, uzaklaştı. Bu, kendisi için özgürlüğe doğru giden yolun ilk adımıydı.





Yorum bırakın