
Mehmet Pek
Yolda yürüyordu. Aralık soğuğunun son demleri yaşanan dondurucu bir salı sabahı, karmakarışık duygular içerisindeydi. Son bir saat içinde olanlara inanmakta hala zorluk çekiyordu, dün halbuki ne de güzel geçmişti. Yaşananları öngörebilmeliydi, matematik ve istatistik üzerindeki üstün yetisi, daha doğrusu rasyonel düşünebilme kabiliyeti, en azından bunu yapmasını sağlayabilmeliydi.
Bir Gün Önce
Sonunda bitirebilmişlerdi; büyük bir teknoloji harikası olan, Hatasızlar. Beş kişilik mühendis ekibi, sonunda hayatlarının projelerini tamamlamış, bunun huzuru ve sevinciyle öğle aralarına çıkmışlardı. Öğleden sonra da işverenleri olan Amerikalıya son raporlarını sunacak ve kutlamalara başlayacaklardı.
Baki Bey, yıllarını mekatronik ve otomasyon işlerine vermiş, ülkesinin gururu ve dünyanın sayılı yüksek mühendislerinden biriydi ve uluslararası bir teknoloji firması olan Statum Teknoloji’de on yılı aşkındır dünyanın en büyük akıllı otomasyon fabrikası için çalışıyor, günlerini ve gecelerini bu iş için heba etmişti. Gerekirse, atölyede yatıyor ve gerekli hesaplamalar ve ayarlamalar üzerinde kafa yormaya devam ediyordu ancak işte bugün yıllarını verdiği proje nihayete ermiş ve sonunda tam anlamıyla bir nefes alabilmişti. “Eh, artık Mars’ta bir tatile gitmeyi hak ettim” dedi kendi kendine. O düşüncelerine dalarken bir kişi hariç herkes çıkmıştı. Dediklerine kulak kabartan ekip arkadaşlarından ve sıkı dostu olan Boris’di:
– Mars mı? Kuiper Kuşağı gezisini de çokça öneriyorlar. Mars’ı Amerika’da hazırlık okurken görmüştüm, öyle çok da bir nane yok aslında. Bizdekilerin on katı kadar vadiler, dağlar falan var da o kadar, gerisi demir oksitli toprak. Esas Kuiper Kuşağı’nı görmek lazım, koskoca bir cüce gezegenler ve meteorlar cenneti!
Gülerek önlüğünü, sandalyenin üzerine bıraktı. Kolunun şöyle bir sallayıp saatine bakarak:
– Sen gelmiyor musun? Bugünkü menü de çok doyurucu, kaçırma derim. Onca zaman abur cuburla işi aksatmamak için dolan midemiz sonunda bayram edecek.
– Sen önden git dostum, ben birazdan sana yetişirim. Kaçırmama imkân yok böyle bir fırsatı, beni bilirsin.
Sıcak bir tebessümle arkadaşını selamladıktan sonra, metal ve yağ kokularının her yanı doldurduğu atölyeyi terk etti. Baki Bey’in aklı, Boris’in dediklerine gitmişti. Mars’tan bahsederken, çok basit bir şey gibi bahsetmesi ona oldukça garip gelmişti. Çünkü o üniversite yıllarında kendi ülkesinde hayatta kalmaya çalışıyordu. Bir yandan okuyor, bir yandan da çeşitli işlerle kendini geçindirme derdine düşüyordu. Ayrıca, Türk Uzay Enstitüsü Ay’a daha yeni seferler düzenleyebiliyordu ve açıkçası bu turlar, okuyan ve ek işlerde çalışan bir üniversite öğrencisi için astronomik bir fiyat demekti. Bahsi geçen meblağ, o yaşlarda birinin kolayca görebileceği bir meblağ değildi.
Aklını bir an önce topladı ve kendini düşüncelerinden sıyırdı. Üzerindeki önlüğü çıkarıp nazikçe dolabına astı ve koşarak arkadaşına yetişmeye çalıştı. Neyse ki, çok da gecikmemişti. Belleğinde kısa bir tur atalı iki dakika olmuştu. Tüm şirket binalarının en temel ihtiyacı olan Çok Yönlü Asansöre doğru yürüyordu Boris. Bir yandan yürürken diğer yandan o dönemin hit parçalarından birini mırıldanıyordu. Ona yetişti ve yol üstünde son teknolojik gelişmelere, şirketin ön ayak olduğu yeni bir uzay keşfine ve Mükemmelleştirici adındaki yeni bir implant taslağı üzerine detaylıca bir sohbete giriştiler. Bu sohbetleri yemeğe vardıklarında ve yemek boyunca da devam etti. Paydos saati bitmeye yakın, ikisi de ellerinde kahveleriyle odaya döndüler. Odada onları diğer ekip arkadaşları ve şirketin sahibi olan Jacob Statum bekliyordu:
– Sevgili proje lideri ve ekip sözcüsü, sizler de hoşgeldiniz! Tüm ekibi tam zamanında ve hatta beklenenden erken burada bulmak beni oldukça tatmin etti. Biliyorsunuz ki, bugün Hatasızlar projesinin son rapor teslim günü, ayrıca da bu projedeki devamlılığınızın son şansı. Şimdi, siz kıymetli ekip sözcüsü Bay Gezgin’i şöyle alalım, ben de oturup anlatacaklarını dinleyeyim. Sizden çok güzel haberler bekliyorum, bilmiş olun.
– Tabii, Bay Statum. Hemen başlıyorum sunuma.
Sinirleri gerilmişti, bu çok bilmiş adam sürekli tepelerinde dolaşan bir akbaba gibi uğrar ve çalışmaların teslim tarihini hatırlatarak tüm ekibin asabını bozardı. Bir kusur bulmaya hazır ve projedeki detayları derinlemesine bilen bu adamı memnun etmek çok zordu. Bu proje kendisine geldiğinde de ilk baş şaka olduğunu düşünmüş ve reddetmek istemişti çünkü Hatasızlar projesi, kusursuz bir işleyecek ve hiçbir şekilde bozulmayacak şekilde programlanıp tasarlanmış bir otonom üretim ve denetim sistemiydi. Bahsedilen proje bilimde ve istatistikte önemli bir yeri olan Murphy Kanunları’na tersti, hatta bu kanunlardan bir maddesi diyordu ki; “Bilgisayarlar güvenilmezdir ama insanlar daha güvenilmezdir.”
Bilgisayara da güvenilmemesi gerektiği söyleniyor, sonuçta onu da en güvenilmez olan insan yapıyor yahut makineleri de. Ancak bu sistem, bilgisayarlara ve makinelere tamamen güvenmeyi, tüm işi onlara bırakmayı ve aynı zamanda bozulmamalarını amaçlıyordu. Oluşan yüzlerce parametreyi hesaba katmadan yapılması ona çok gülünç geliyordu. Fakat bu projeyi kabul etmiş ve sonunda buralara kadar gelmişti çünkü teklif edelin bedel onu, ister istemez ikna etmişti.
– Evet, sizi dinliyoruz.
– Öncelikle hoşgeldiniz ve projemize uzun zamandır verdiğiniz destek ve gösterdiğiniz sabır için de-
– Lütfen formaliteleri geçelim ve esas konuya gelelim, Bay Gezgin.
– Evet. Hatasızlar projesini anlatmama da pek gerek yok sanırım, o halde direk sonuca ve elimizde neler olduğuna bir bakalım. Dün gece karşıdaki fabrikada denemeleri yaptık, bugünden son bir kez simülasyondan tüm süreci gözlemledik ve evet, sonunda başardık. Herhangi bir koşulda ve durumda bozulmadan çalışacak ve üretimine devam edecek bir otonom mekanizma inşa edebildik. Daha önce uzay madenciliği vesilesiyle getirttiğiniz Refractarium elementi oldukça işimize yaradı. Hem her türlü ısıl şarta dayanıklı, hem de darbe ve sürtünme mukavemeti bilinenlerden çok yüksek. Kimyasal aşınmaya karşıda radyoaktiviteye karşı dayanıklı seramik-metal kompoziti kaplamalar kullandık. Bu metalle birlikte elde ettiğimiz alaşımların dayanım testleri de pozitif sonuç verdi. Ayrıca oluşturduğumuz üstün yapay zekâ Siber-A tüm sistemi oldukça güzel işletiyor ve mühendislerin yapacağı tüm detaylı hesaplamaları, teknik çizimleri ve gerekli simülasyonları tek başına hallediyor ve kendi kendisini yöneten-denetleyen ilk fabrika gerçekten de hatasız bir şekilde işliyor. İsterseniz, sizi gezdirelim bir de kendiniz görün.
– Demek sonunda bitirebildiniz. Hepinizi tebrik eder ve kutlarım baylar! Kendi gözlerimle de gördükten sonra sizlerle kutlama bir yemeği yiyelim. Böylece gelecekteki işlerimiz için de konuşmuş oluruz.
Tüm ekibin üzerindeki kara bulutlar dağılmış ve kendilerini sürekli taciz eden şu patron bozuntusu da ilk defa güler yüzünü onlara göstermişti. İvedilikle şirket binasını karşısında duran mega yapıya vardılar ve tüm sistemi işler bir şekilde buldular. 48 saat boyunca en ufak bir fire vermeden üretim devam etmiş, oluşabilecek tüm hata ve kazalar Siber-A tarafından engellenmişti.
Bu icat, artık şu anlama gelmiş oluyordu: Herhangi bir üretim kolunda insan gücüne ve aklına ihtiyaç kalmamış, oluşturulan sistemler kendi başına yetebiliyordu. İnsan gücüne Sanayi Devrimi ile vurulan darbe, bu sefer insan aklına yeni bir icat ile saldırmış ve başarılı da olmuştu. Ama henüz kimse olacakların ve kaçınılmaz olanın farkında değildi.
Hatasız Fabrika’dan oldukça memnun ve tatmin olan Jacob Statum, tüm ekibe verdiği yemek sözünü tuttu ve onlara son derece lüks bir restorana götürdü. O akşam hepsi için mükemmel ve keyif dolu bir akşamdı, Baki Bey için de. Akşamın sonunda, yarı ayık bir şekilde eve varan Baki Bey, karısı ve çocuğuna iyi geceler demeden yatak odasına geçip sızmıştı.
Bir Saat Önce
Baki Bey, kafatası çeperlerini tırmalayan bir baş ağrısıyla uyandı. Alarm, inadına çalıyor ve adeta Baki Bey’i kalkması için zorluyordu. Bir müddet geçince alarm kendisini susturdu ve bir iki saniye sonra tekrar çalmaya başladı. Baki Beyi pasif agresif bir tavırla elini yatağın başındaki komodine attı ve alarmı susturmaya çalıştı ama hayır susmuyordu. Fotoselli alarmın susmaması artık canına tak etmişti. Ağzından küfürler savura savura yerinden doğruldu ve komodine doğru bir hamle yaptı ki, sesin gözlüğünden geldiğini anladı. Kendisini sabahın köründe, güneşin dahi doğmadığı bir saate arıyorlardı, yoksa proje ile ilgili bir sorun mu olmuştu?
Hızlıca gözlüğünü alıp taktı ve çağrıyı cevaplamak için gözlerini kıptı. Arayan, Bay Statum’dan başkası değildi:
– İyi sabahlar, Bay Gezgin. Acil ofisime gelmenizi istiyorum, Siber-A ile ilgili konuşmak istediğim bir konu var.
– Efendim, herhangi bir sorun mu var? Yoksa Siber-A hata mı verdi? Üretim yoksa durdu-
– Hayır, aksine. Sistem tıkır tıkır işliyor ve Siber-A hiçbir yapay zekanın yapamayacağı kadar etkili çalışıyor. Aslında ondan daha fazla ve çeşitli yollarla yararlanmak istiyorum. O sebeple, acilen ofise gelin de konuşalım. Bay Evgenyoviç de yakında burada olur.
– Peki ya diğer ekip üyeleri?
– Onlara şimdilik ihtiyaç olduğunu düşünmüyorum. Gelince konuşuruz. İyi sabahlar.
Gelen aramanın heyecanıyla hazırlandı ve yanına sadece bir kruvasan ve bir kahve dolusu termos alıp evden çıktı. Akıllı arabasına atlayıp, “Statum Teknoloji” dedi ve yarım saat sonra şirket binasına vardı. Hızlıca asansöre geçti ve tam asansörden indiği anda, Boris ile karşılaştı. İkisi de birbirine sorarcasına bakıyor, bakışlarındaki merak yüzlerinin her bir hücresine ince ince yayılıyordu. Boris, iki kere odanın kapısını tıklattı ve içeriden “Girin!” diye seslenen adamın sesi duyuldu.
İçeri girdiklerinde, odanın bir şirket sahibine göre oldukça sade ve minimalist olarak döşendiğini gördüler. Odanın tamamına beyaz rengi hakimdi. Hiçbir noktasında tek bir toz ve kir izi dahi yoktu. Havadar ferah ve yine tüm oda gibi masanın önüne iki adet beyaz koltuk yerleştirilmişti. Masa, kitaplık ve bilgisayar da tıpkı odadaki her şey gibi beyazdı.
Atik ve güçlü bir hareketle atılan Bay Statum, ikisinin de elini sıktı ve:
– Hoşgeldiniz baylar! Sizleri sabahın erken saatinde çağırmak istemezdim ama en uykuya yakın olduğum anda uykularımı kaçıran ve tüm dünyayı değiştirecek bir fikir geldi ve bu fikir sizin Siber-A yani Hatasız projesiyle alakalı.
İkisi de sevinç ve heyecan dolu duygular yaşıyor ve gelecek yeni teklifi-projeyi merakla bekliyorlardı. Adam, karşısındaki adamların heyecanını görse de pek umursamadı:
– Siber-A mükemmel bir yapay zekâ, öncelikle emeğinize sağlık diyorum. Aklıma gelen fikir de şu: Siber-A ‘yı mühendislerin çalıştığı birimlere yerleştirmek! Evet, beni yanlış duymadınız dostlarım, bu yapay zekâ ortalama veya çok daha iyisi olan bir mühendisin yapabileceği toplam hata oranını sıfıra indirgedi. Bu sebeple, mühendisleri çalıştırdığım projeleri de yine bu yapay zekaya bırakmayı düşünüyorum. Böylelikle, hata riskini ortadan kaldırdığım gibi şirketin giderlerini de oldukça hafifletirim.
Bunu duyan Boris ve Baki Bey, ilk başta şaşırdı, tek bir kelime dahi edemeden sadece bakakaldı. Adam, hiçbir şey olmamış gibi devam etti:
– Sizlere de danışmanım olmanızı teklif ediyorum. Bu kadar mükemmel bir projeyi bana üreten iki kıymetli insanı ödülsüz bırakmayacağımı sandınız herhalde.
Bu sefer duydukları kendilerini daha da çok şaşırtmıştı ve şaşkınlıkları gittikçe dehşete dönüşüyordu. Çünkü yaptıkları iş sebebiyle insanlığa büyük bir hizmet sunmuş olmalarına karşın, birçok kişiye artık işlerinden edecek kişiler olmuşlardı. Adam sorusunu yineledi:
– Evet beyler, ne diyorsunuz? Danışmanım olmak ister misiniz?
Boris, düşüncelere dalmış, konuşmuyordu. Zor da olsa Baki Bey cevap verebilmişti:
– Ama Bay Statum, ekipteki diğer arkadaşlarımız –
– Onlar mı? Boş verin onları, siz şartlarımı kabul ettiğiniz anda banka hesaplarına yıllarca yetebilecek miktarda para aktarımı yapacağım zaten. Onları unuttum sanmayın.
– Peki ya diğer insanlar? Diğer mühendis ve teknikerler? Yüzlerce belki de binlerce hayatını bu işe, bu şirkete borçlu insan?
– Yapacak bir şey yok Bay Gezgin. Sonuçta doğal seçilim dediğimiz bir olay var ve bu durumda o gerçeğin sadece şekil değiştirmiş hali. Sizler hayatta kalmaya ve çalışmaya hak kazandınız ve onlar kaybettiler, durum bu kadar basit.
– Yaptığınız, sizlere bu kişilere, size para kazandıran ve şirketi ayakta tutan binlerce insana saygısızlık, diye bağırdı Boris en sonunda.
Jacob Statum, kendisine hâkim olmaya çalışıyor ancak pek de başarılı olamıyordu. Elleri sinirden şiddetlice titriyor ve sol gözü istemsizce seğiriyordu:
– Bakın, baylar. Sakinliğimi korumaya çalışıyorum ancak siz hiç de bana yardımcı olmuyorsunuz. Son defa soruyorum. Danışmanım olacak mısınız, olmayacak mısınız?
İkisi de hayır anlamında kafasını salladı.
– O zaman başka bir şey deneyelim, ya siz bu işi kabul edersiniz ya da ben sizi işten atarım. Bu nasıl fikir?
Boris, hiçbir şey diyemedi ve kararsız kalıp yere baktı. Baki, Boris’in yüzüne destek istercesine bakıyor ve hiçbir şey yapmamasından ötürü huzursuzluk duyuyordu. En sonunda dayanamadı ve şunları söyledi:
– Beni işten çıkarabilirsiniz. Binlerce kişiye karşılık benim olmam gayet adil bir takas.
Boris ise, sonunda boş boş baktığı yerden düşünceli başını kaldırıp cevap verebildi:
– Ben teklifinizi kabul ediyorum bayım! Danışmanınız olarak çalışmaktan memnuniyet duyarım.
– Sonunda gerçekten biriniz aklını kullanabildi, yoksa bu şirkette çalışan herkese yazık olacaktı, en azından Bay Evgenyoviç doğa kanunlarının değişmez olduğunu kabul etti, en nihayetinde bunlar birer kanun.
Baki, yanında duran can dostuna hüzün ve kırgınlıkla baktı ve Jacob’a dönüp:
– Madem ki doğal seleksiyon işliyor, öyleyse Murphy Kanunları da er ya da geç olması gerektiği gibi davranacaktır, sonuçta ne demiş Murphy: “Bilgisayarlar güvenilmezdir ama insanlar daha da güvenilmezdir.”
Bunları söyleyip, ardına bakmadan odadan çıktı ve ağır ağır ilerleyerek asansöre doğru yöneldi. Neden sonra, bundan vazgeçti ve merdivenlerden inmeye karar verdi. Stratosfere kadar uzanan bu devasa yapıdan aşağıya yürüyerek inmeyi pes etti ve asansörle hızlıca inmeye karar verdi. Binanın çıkışına vardığındaysa, akıllı arabasıyla göz göze geldi ve yürümeyi tercih etti.
Yolda yürüyordu. Aralık soğuğunun son demleri yaşanan dondurucu bir salı sabahı, karmakarışık duygular içerisindeydi. Son bir saat içinde olanlara inanmakta hala zorluk çekiyordu, dün halbuki ne de güzel geçmişti. Yaşananları öngörebilmeliydi, matematik ve istatistik üzerindeki üstün yetisi, daha doğrusu rasyonel düşünebilme kabiliyeti, en azından bunu yapmasını sağlayabilmeliydi.





Yorum bırakın