
Erkin Tolga Sayilkan
“…Yok, evet, yok…”
Gözlerini kırpıştırıp yerinden doğruldu. Üzerindeki battaniye dizlerinden akarcasına yere düştü. Gözleri ağrıyordu, sol gözünde daha çok bir sızı vardı. Başı da ağrıyordu. Gözlerini kısıp televizyonun ışığının düştüğü yerler dışında karanlık kalmış odayı yarı uykulu bir kafayla süzdü.
Ayağa kalkıp gerindi, biraz odanın içinde dolaştı. Sırtı ağrımıştı, kanepe göründüğü kadar rahat değildi. Yan odadan gelen seslerden Leyla’nın telefonla konuştuğu anlaşılıyordu.
Yırtıp masaya bıraktığı müsvedde kağıtları Kadife Hanım -sağolsun- yere saçmıştı. “İtoğlu”diye düşündü muzipçe. Kadife Hanım ayaklarının ucunda hala yatıyor ancak gözlerini açmış, kendisini izliyordu. “İyi bok yemişsin pisikcan” diye mırıldandı.
Yere düşen battaniyeyi katlayıp kanepenin üzerine bıraktı. Okuduğu kitaplar masadaydı. Muhtemelen üzerine battaniyeyi seren Leyla, kitapları alıp masaya yerleştirmişti. Bir iç çekti.
Çay içmek istiyordu ama çay düşününce aklına gelen bergamot kokusunu bu sefer zihninde canlandıramadı. Odanın havalandırılması gerekiyordu. Pencereyi açtı ve akşamın serin havasını içine çekti.
Bir terslik vardı.
“Hımmm” diye mırıldandı.
Kükürt kokusu…
Geceyi yaran lambalarının beceriksizce aydınlatmaya çabaladığı sokağı gözleriyle taradı. Önce sağ tarafını süzdü. Bir şey seçemedi.
Sol tarafına bakınca gözüne başta bir şey çarpmadı.
Sonra daha dikkatli baktı, gözlerini iyice açıp baktı, hala uyku sersemliğinin etkisi sürüyordu.
Sokakta pus vardı.
Pencereye yaklaşan Kadife Hanım da kokuyu almış ve aşağıyı izliyordu. Kedinin baktığı yere doğru odaklandı, kendisinden önce bu minik can onu görmüştü.
Oraya odaklandı ve gördüğü şey karşısında kaşları çatıldı.
Kadife Hanım’ı kucaklayıp pencereden uzaklaştırdı ve tuvaletinin bulunduğu yan odaya kapattı. Kapıyı her ne kadar yumuşakça örtse de -telefon görüşmesini bitirmiş olacak ki- Leyla yine de bu sesi duymuştu ve odanın kapısını yavaşça açtı.
Odaya girer girmez, kokuyu almıştı.
Pencerenin önünde dışarıyı izlemeye devam eden adamın yanına gitti.
Kendisine doğru dönen adama ses çıkarmamak için eliyle burnuna hava götürme hareketi yaptı. Adam da onaylarcasına başını salladı. Leyla’nın elinden tutup iyice pencereye yaklaştırdı ve sokağın sol tarafındaki görüntüyü gösterdi.
Sokakta pus vardı.
Pusun ortasında da bir karartı, arkası dönük olduğu halde bekliyor gibiydi.
Arkası dönük diye düşündü Leyla, çünkü yüzü görünmüyordu. Herhalde arkası dönüktü.
Başka zaman olsa sokağın ortasında bekleyen bir karartı normal gelebilirdi ancak kokuyla birleştirince adamın gözlerinin içine bakıp endişeli bir ifade takındı.
Adam, gelmesi için elinden tutup Leyla’yla birlikte kapıya yöneldi.
Gece yarısında sokağın manzarası ve yankılanan ayak sesleri, gölgelerden birilerinin kendilerini izlediği hissi içinde önde adam, arkada Leyla olduğu halde pusun içine doğru giriyorlardı. Gittikçe karartıya doğru yaklaşıyorlardı. Ya da yaklaştıklarını zannediyorlardı çünkü onlar gittikçe karartıyla aralarındaki mesafe değişmeden kalıyordu. Bir an geldi ki karartı da pus da birden dağılıp kayboldu.
İkili sokak ortasında kalakaldılar.
Leyla şaşkındı ancak adamın yüzünde şüpheli bir ifade vardı. Eve dönmek için hareketlenmeye çalışan Leyla’yı tutup “Bekle” dedi.
Arkasına dönmek üzere olan Leyla’nın tüyleri diken diken oldu birden. Sonra o kokuyu aldı.
Kükürt…
Ve fısıltı…
Ensesinde duyduğu ürpertiyi kat kat arttıran o ses…
Adam öfkeyle arkasına dönüp yüzleşti. Kadın da onu irkilerek izledi.
Karartı tam arkalarında duruyordu. Leyla’nın dehşetle bakan gözleri karardı ve vücudu yere kapaklandı.
Bilincini kaybetmeden önce duyduğu son ses o fısıltıya aitti:
“Anathema”
***
“O kelimenin çok ciddi anlamlar taşıdığı günleri geçeli çok oldu. Hayal meyal hatırlıyorum.“ dedi Emin Hoca. “Valla ben trashçıyım, pek dinlemem onların grubu da zaten.” dedi gülerek. Önündeki tabaktan alıp yediği bisküvilerin elinde kalan kırıntılarını tabağa döktü dikkatlice. Sonra yüz ifadesi ciddileşti. Ortamın yumuşayacağı yoktu. Leyla da çok sarsılmıştı. “Başka hatırladığın bir şey yok mu?”
“Kendime geldim, başımda bizimki vardı. Karartı gitmişti. Tam hatırlamıyorum ama…” sesini kısarak “Bizimki bir şeyler yaptı galiba.” Başıyla mutfağı işaret etti.
Mutfaktan adamın Kadife Hanım’a söylenmesi duyuluyordu. “Bir müsaade et be kızım!” diye bağırdı adam mutfaktan. Kedisi muhtemelen yine tezgaha çıkmış, çaydanlığa kuşbakışı bakıp yüzünü nemlendirmiş olacak ki içeri koşup geldiğinde yüzü sıcak sıcak nemlenmişti. Leyla’nın ayağına biraz süründükten sonra tekrar mutfağa koşturdu.
“Korkuyorum” dedi Leyla sesi titreyerek. “Geçenkinde de yorgun düşmüştü. Hiç normal değil bunlar, hiç!”
“Yani, ne diyorsun kızım?”
“Bilmiyorum hocam, bilmiyorum.” Leyla sessizleşti. Adam içeri girmişti.
Sırtında kedisi, elinde de çaydanlıkla odaya girdi. “Mis gibi bergamotlu, için bol bol.” deyip kupaları doldurdu.
Mutfağa dönene kadar Leyla ağzını açmadı.
Sessizliğini kırılan sesiyle bozdu: “Beş yıl önce de böyle hissetmiştim. O zaman ne olabilir diye düşünmedik.” Leyla’nın gözleri dolacak gibiydi, adam içeri girince esneyerek uykusuzluk maskesi takınacağının bilincindeydi Emin Hoca. Artık kızcağız bu konularda uzmanlaşmıştı.
“Bilmiyorum hocam, bilemiyorum.” Elindeki sıcak kupadan bir yudum aldı. İçeriden adamın “Çayları soğutmayın, birazdan geliyorum.” diye yükselen sesi duyuldu.
“Korkuyorsun” dedi Emin Hoca. “Normaldir ama beş yıl öncesine göre tecrübeliyiz.”
“Yatağının başında iki yıl bekledim. Yirmi yıl da beklerim ama…” Aklına gelen ihtimallerin dile getirilmesi bile korkunçtu.
Sustu, konuşamadı. Beş yıl öncesi aklına gelmişti.
Kabus yılı…





Yorum bırakın