
Aslı Parça
Bu kızgın güneş içimde durmadan mırıldanan bir seda. Rakslarından es vermeden darmaduman eden, hem gülümü hem dikenimi soluyan bir Araf. Yeni dizilerini ayrılık bitiminde ise bir dilsiz gibi alevden köklü tatlı bir istekle canıma münakkaş edilmiş bir cevher; ruhuma üflenmiş zebani çırpınışları soluk soluğa nefes oluyor. Gün doğmadan övgü dolu güller kızıla boyanmış gün batımını andırırken üzerime sabah yıldızları ilk açığa vurduğu sevgiyi aydınlatıp kayıp rıhtımlarda yalnızlıkların ömrünce ateşten suya soylu kökeni nasıl olurda bir vuslat yaratıyor? Tanrıların ruhları, bir ışık huzmesi nazarı değdiren bağrımda hiddetli bir özlem çektiriyor. Kutsanmış perdemde savrulup atılan bir serapmış gibi görünen ömür. Bir yere varamadığım, uykuya dalar gibi büyük iniltilerin içerisinde bulduğum kendimi, gizlemediğim yüreğimi adadığım her alemde mahiyeti neydi bu karar kılınışın; hiç bozulmayan hiç çözülmeyen her günün mezarında her bir adımda şevkle usul usul sokuluyorum. Musallat gibi düşlerim cehenneme yapışıyor. Bahçeler yazlara varamadan tomurcukları, toprağın bağrında dolaşan cana dönüşüyor; çekilir oluyor hasret. Bu halsizliğin yüksek tohumu yaşamanın ne olduğunu bilmeden içimizde üzüm boğumunda anlaşılmaz bir aşka beter şaraba dönüşüyor. Kana kana içiyorum yalınlığımı. Böylece parya içimizde hep gün öteyken özenle dokunmuş bahçemizde özünün gizlerinde gelip kavga ediyor. Bir avuç avunmaya yeltenişler eşsiz bir manzaranın yalandan bir serabı. Muammanın eşiğinde yalnızlığıma dokunulamayan sürgün beşiğin daha ilk adımları özenle süslenmiş bir kafes. Nefes bir hayatsa bilincim düşlerimin terzisi; varoluşum, bir ağaç titrerken yarınlarda içine kapanan son çiçek. Aklımın esasını bir alt perdeden üst perdeye ritmedeyken düşer üstüme yalnızlık. Yorgunluk, varlığımın son kanıtıdır. Kalbim can kırığı gibi doldu içime. Yaban inciri gibiyim arpa buğday zamanı son demlerimi açıyorum ah ile zarı… Yağmur yağar da gayrı derdim yetmiyor. Uğrunuza döktüğüm gözyaşları için dersiniz gül güzeli. Öyleyse işgalinize son verin artık kalmadı halim. Nesinden tutsam halimin parça ateş narı. Tutuşsun bülbülüm viran bahçelerde. Ne adım ne sanım birliğime tümüyle idrak edemedi. Susadığım, sırrımı dökmeye geldiğim yerlerde sözün neresinden başlasam eşiğinde tökezledim. Tökezledim de şu ahı evrende susmaktan başka sırra erişemedim. Ben tanrı nedir bilmezdim. Bugün ise yırttım da yaramı can pareme yandım. Bulduğum ışık huzmesi bugün sefadır soyunduğun zamana, belki hüznümden gelir koca bir lisanda o bakışlar da egemen olur; saçlarının arasına boynu bükük yasemin olurum. Can özümden akan ruhum benim kuraktan çatlak intizarımda ansızın dağı titretir, içimde kırılıp durur. Yalnızdım, tek bir nefesle hor görülmüş meydanlarda, bende kendimi astım tek bir çırpınışla. Yonttum kendi kendimi; yekten bir parçam kul oldu. Şimdi ellerin dikenleri arasında ne kadar da yabancı güllerim. Kızıla boyanmış da seraplarım bazen daha da fazlalaşır. Çünkü anlamım azaldı mutlaka bu yörelerden geçtiğim yollardan. Haleti ruhiyem eşiğindedir bir çeşme başında, gözümde yoktur tek bir sevdada. Keskin bir arzunun ömrüme mıhlanmış külü zamanlarda bocalamış, uzaktan bakan ses taklididir artık. Çünkü hiç kimse duyduğunu acı tatlı değerini varsayamaz sevdanın. Bir ihtirasın yüzüne bakmak istemeyen paryaların ruhu hepten sararmış, gölgeleri gün ışığının fırçasında kaymış; acı sinmiş tenleri kafesten birer tapınaktır. Yokluğa alışılmış bir kadeh burada zebanilerin cennete giden balçık suyudur. Şimdi ne fazlasıyla memnu anlaşılır ne de aşk. Yalnızlığım, söyle nedir sağlam sığınak? Darağaçları, zindanlar, hücreler midir? Bir parça da olsun korunsun şu çirkin dünyada yalnızlık.





Yorum bırakın