
Levent Üstünbaş
Karnımın ağrısıyla uyandığımda saat 11’e geliyordu. Yine televizyon karşısında uyuklamıştım. Yemeği fazla kaçırdığım her akşam aynı şey oluyordu. Artık kırklı yaşlarını devirmiş biri olarak dikkat etmem gerekirdi, ancak güzel yemek bulduğumda iradem bedenimi anında terk ediyordu.
Uykulu gözlerle ve yalpalayarak tuvalete gittim ve bu ağrılı sürecin yerini rahatlamaya bırakmasını bekledim. Bir süre sonra çaprazımda kalan lavabo aynasından kendime baktım. Bitkin görünüyordum. Kafamı çevirdiğimde aynadaki görüntüm sabit kaldı. Bana bakıyordu. Habis gülüşlü ikizim yine gelmişti. Yüzünde o hep takındığı rahatsız edici gülümsemesi ile bana bakıyordu. Bundan bıkmıştım ancak yapacak bir şeyim de yoktu. Gözlerimi yumdum ve işime odaklandım. Gözümü tekrar açtığımda aynada değildi. Kim bilir evin hangi köşesinde beni bekliyordu. “Umarım bu kez dışarı çıkmaz…” dedim içimden “Yarın işe gitmem gerekiyor, şimdi hiç sırası değil!” diye bağırdım, komşuların duyamayacağı yükseklikte bir sesle. Ancak sokak kapısının kapandığını duydum. Hemen balkona koştum. Aşağıdaydı. Sokak lambasının altındaydı ve o habis gülümsemesiyle bana bakıyordu. Başımı hayır anlamında iki yana salladım. Ancak bildiğini okuyacağından emindim. Başını eğdi ve hızlı adımlarla sokağın sonundaki parka doğru yürümeye başladı. Gidip müdahale etmeliydim. Yoksa benim tıpatıp ikizime benzeyen bu şeyin yaptığı her şey benim üstüme kalacaktı. Ondan kimseye bahsedemezdim. Deli olduğumu söylerlerdi ve bu ispiyonculuğum belki de onu daha fazla kızdırırdı. Belki on yıl olmuştu, yılda birkaç kez gelirdi. Bazen evde durup sadece beni izlerdi. Ancak bazen böyle dışarıya çıkardı. Koşarak parka girdim ve biraz bakındıktan sonra onu buldum. Ağaçların arasından bankta oturan bir adamı izliyordu. Adımlarımı hızlandırdım ancak ben yetişemeden banktaki adam kalkıp koşmaya başladı ve habis ikizim de peşinden onu takip etti. Adamın onu fark etmemesi normaldi, çünkü kulağında kulaklıklar vardı ve kıyafetlerinden gece sporuna çıktığı belliydi. Ben var gücümle onları takip etmeye çalışsam da ikisine de yetişebilecek güçte değildim. Bir ara adam tek kulağındaki kulaklığı bir anlığına çıkardı, ve ben de fırsat bu fırsat deyip var gücümle bağırdım.
“Kaçın beyefendi, arkanızda! Kaçın!”
Adam beni duyup döndü. Beni görünce yüzünde bir gülümseme belirdi. Çünkü beni tanıyordu. Bu takım şefim Sercan Bey’di. Tekrar bağırdım.
“Sercan Bey, kaçın!”
Sercan Bey söylediklerimi anlamadı ve alaycı bir şekilde başını iki yana sallayarak güldü. Bu esnada ikizim bir panter gibi üzerine atıldı, ve iki eliyle Sercan Bey’i boğmaya başladı. Yaklaşamadım. Yaklaşırsam beni de gebertirdi. Bu arbedeyi duyan bir sokak köpeği Sercan Bey’in imdadına yetişmeye çalıştı, ve benim habis gülüşlü ikizimi baldırından ısırdı. İkizim adamı tek eliyle boğmaya devam etti, ve diğer bir eliyle köpeği başından tuttu. Havaya kaldırıp boğazını sıktıktan sonra, koca köpeği bir paçavra gibi fırlattı. Köpek fazla direnemedi ve korku içinde uluyarak oradan kaçtı. Bu esnada Sercan Bey’in kolları yere düştü. Bedeni hareketsiz bir biçimde sırt üstü yatıyor ve üzerinde ikizim duruyordu. Başını çevirip omzunun üstünden o habis gülüşüyle bana baktı. Yine her şey bir anda olup bitmişti. “Neden, neden, neden?” diye tekrarladım fısıltıyla. Konuşmadı, sadece göz kırptı. Ne yapacağım ben diyerek başımı avuçlarımın arasına aldım. Kafamı kaldırdığımda gitmişti. Yine her şeyi mahvedip sonuçları benim kucağıma bırakarak gitmişti. Şimdi tüm bu olan bitenin sorumlusu olmamak için cesedi ortadan kaldırmalıydım. “Umarım kimse görmemiştir.” diye mırıldanarak cesedi yerden kaldırmak için hamle yaptım. O esnada kafamda bir şimşek çaktı. Sercan bir tesadüf değildi. Aynı diğerleri gibi. Sercan’ı ona gösteren bendim. Çok değil, bir hafta önce şirket asansöründe karşılaşmıştık. Benimle aynı siteye taşındığını söylemişti. Geceleri koşuya çıkmayı sevdiğini, sitedeki koruluğun da buna çok uygun olduğunu söylemişti. Asansörde sadece ikimiz vardık. Tabii bir de asansördeki koca ayna. Ayna olan bir yerde ağzımdan çıkanlara dikkat etmem gerektiğini nasıl da unutmuştum. Belki Sercan indikten sonra taklidini yapmamış olsaydım, arkasından orospu çocuğu demeseydim şu an bu olmayacaktı. Aslında hak ettiğini bulmuştu. Terfi ettiğinden beri bana gün yüzü göstermemişti. Hatta taşındığını söylerken bile benim stüdyo dairemi küçümseyip onun evinin üç odalı olduğundan bahsetmişti. Rakı gecelerinde üzerime oynar, yüzüm düştükten sonra da sadece şaka yaptığını, benim alıngan olduğumu söylerdi. Bir eksiklik varsa benden bilir, üstlerine benim eksikliğimden olduğunu söyleyip işin içinden çıkardı. Neyse, dedim kendi kendime. Hayıflanmayı bir kenara bırak ve işe koyul. Bir an önce cesetten kurtulmalıydım yoksa tüm suç üzerime kalacaktı. Cesedi sırtıma almaya çalıştım fakat çok ağırdı. Bir bacağından tutup zar zor mazıların arasına doğru çektim. Attığım her adımda baldırım çok acıyordu…





Yorum bırakın