Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

ONLY-SONS

,

Okuma Süresi

4–6 dakika

Mehmet Can Kuyucu

Feriha yaklaşık altı aydır yeni bir para kaynağı keşfetmiş ve onun ardından pervasızca gidiyordu. Yaşından yaş almış hayatı ve onun pörsüttüğü yüz çizgileri, el kırışıkları bu işe girmeden evvel kendisini çok düşündürmesine rağmen “Ekmek parası… Hem Talat daha üniversiteye gidecek.” deyip, yaptığı işin toplum nezdindeki itibarına bakmadan kolları sıvamıştı. Aslında pek de zor bir yanı yoktu bu işin. Kamera karşısına geçip tempolu bir modern müziği ritminde önce kendisi kadar yaşlı sütyenini kolçalarından ayırıp soyacak ardından da daha mahrem girinti çıkıntıları göstermek için aşağılara kayacaktı. İlk başta pek müşterisi yoktu. Fakat daha sonra kolera gibi yayılan bu kitle kendisine iyi denecek kadar para kazandırmaya başlamış, Talat’ın gençlere mahsus pek çok dünyevi ihtiyacını karşılamaya da muvaffak olmuştu. Her akşam sofrada “Anne, bu para nereden geliyor?” sorusuna binaen verdiği cevap “Sen gündüzleri okuldayken ben gözleme açıyorum.” cümlesinden ibaretti. Yer yer bu gözlemeler müşterileri ile yüz yüze buluşmakla beraber münferit bir genelev intibaı uyandırmıştı onda. Eh, yeni neslin elinden telefon düşmediğinden ve oğlunun çevredeki klasını sarsmama isteğinden yüzüne Roma’da malikane sahiplerine mahsus kölelere layık maskeler geçiriyor ve her kamera karşısına geçtiğinde bu maskeyle yüzünü kapatıp, asıl kapalı tutması gereken her yanını açıyordu. Müşterileri bu ara bu pek ciddi koleksiyonu bizzat görmek ve tecrübe etmek için randevu alıyor ve adı sanı bilinmeyen bu müdavimler, Feriha’nın yaşına aldanmadan “Bundan ucuzu Şam’da kayısı.” diyerek tereddütsüz şekilde işlerini icra ediyordu. Günler günleri, aylar ayları kovalıyor derken Talat artık annesine karşı eski sevgi ve bağlılığını yitiriyor, eve geç geliyor, geldiğinde ise çapraz adımlarla, üzerinde hâlâ dumanı tüten leş gibi sigara kokularıyla kendini yatağa atıyordu. Her defasında “Anne, bu kadar parayı gözleme açarak mı kazanıyorsun?” diye soruyor ve Feriha’nın ıslak yüzünü avuçları arasına alıp bir müddet baktıktan sonra uykuya dalıyordu. Feriha oğlunun bu haline üzülmekle beraber hayatın, ve hatta daha fenası ülkenin kendisini getirdiği bu durumdan muzdarip, o da ağlıyor ve insanın koruması gereken yegâne mabedini bir iş adı altıyla başkalarına peşkeş çekiyordu. Aradan geçen her gün Talat biraz daha serserileşiyor, biraz daha asabileşiyor ve artık annesinin yüzüne bile bakmadan, paranın menbaını sormadan ondan koparabildiği ne varsa koparıp uyumak için geldiği evden yarı baygın geri kaçıyordu. Feriha dizlerini dövüyor, “Neler yapıyor bu çocuk? Kimlerle yatıp kalkıyor? Ah bilsem, ah bilsem…” diyerek kendini hırpalıyordu. Bu sırada müşterilerini de ihmal etmiyor, vücudunu onlara açtığı gibi, dimağını da “Talat’ın ahvali ne olacak?” tecavüzüne açıyordu. Bedeninde ve ruhunda peşkeş çekmediği hiçbir nokta kalmamasıya kadar düşünüyor, çalışıyor, yoruluyor, en önemlisi de sürekli ağlıyordu. Yine vakit geceye doğru sürüklenirken Talat’ın yolunu beklemeye başlamıştı fakat Talat bir türlü gelmiyordu. Gecenin biri, dördü, beşi derken uyuklayacağı bir sırada telefonuna gelen bildirimle ayılmıştı. İki kişi Feriha’yı rica ediyordu. Feriha yine “Ekmek parası.” diyerek peşinen aldığı para akabinde adresin yolunu tutmuş ve maskesini de çantasına yerleştirmişti. Evinden hayli uzak bir ilçede bir apartman dairesi önünde son bulan adımlarını takiben elleri kapı zilini çalmış ve birkaç dakika içerisinde salona avdet etmişti. Boyalı dudakları, kumral saçları ve en önemlisi zayıf vücudu ona gençlik maşlahını giydirmese de asıl yaşını gizlemek için çok mühim bir görevi ifa ediyordu. Kapıda maskesini takmıştı. İlk evvela birinci adam geldi. Şimdi bu adamla beraberken yine düşünceler tarafından da eş zamanlı bir iğfale uğruyor “Ne olacak bu Talat’ın hali?” diyordu. “Ne olacak?”
İlk fasıl bittikten sonra gözlerini kapatıp ikinci adamın faslını bekliyor ve bu defa da zihninden ruhuna bir delici asit gibi inen bu iğfali acısıyla hissediyor ve vücudunun sarsıntısını zerre hissetmiyordu. Bazen boğazını sıkan eller nefesini kesse de “Ne olur ölsem şurada.” diyerek onu da güzelliyor ve belki de teşhir edip zevale uğratmadığı tek iyi nesnesi bu diye sebepsiz bir umuda kapılıyordu. “Keşke ölsem.” dediği ikinci anda maskenin deliklerinden, vücudunu sattığı adama bakmayı istedi. Önce saçlarına baktı. Bu adamın da saçları pek kumraldı. Sonra kulaklarına baktı. “Pek küçük.” Sonra gözlerine baktı. “Sürmeli gibi.” Damarları çıkıntı olmuş gencecik ellere bakınca “Ah bu ellerde can versem.”
Bir anda ifritler çarpmış gibi sıçradı beyni. “Nasıl?” dedi. Bütün bu parçaları birleştirince üstünde tepinen adam bir slayt yazısı gibi akıp bütüne varınca “Talat…” diye arz-ı endam etmişti. Sesini hiç çıkarmamasına rağmen ateş kırk dereceye varınca insanı esir alan bir titremeyle titriyor ve boyuna, maskenin ardında şaşkın ve gıkını bile çıkaramadan ağlıyordu şimdi. “Azıcık mukavemet et be kadın!” diyen sese karşılık verirken bir anlık göz yaşları duruyor sonrasında yeniden akmaya devam ediyordu. Kalkıp gitmek istese ne olacaktı? Elbet iki adam güç yetiremezdi. Talat’a ifşa olması da cabası… “Ah ben ne yaptım? Bu nasıl kader Allah’ım? Beni, kendi öz oğluma teslim edecek ne yaptım?” Dediği bir anda nihayet ikinci fasıl da bitince alelacele toparlanıp evden koşar adım uzaklaştı. Sokaklar, yüksek binalar bir halka gibi etrafında dönüyor, üstüne yıkılacak gibi oluyordu. Arabaların önüne atlarken daha pervasız, maskesinden kurtulan yüz hatları artık daha yaşlıydı. Eve gelip sıcak bir duşun altında saatlerce ağladı. Geceye kadar uyudu ve kalkıp yeniden ağladı. Yeniden uyudu ve yeniden ağladı… Bir aralık baktı ki, Talat sarhoş, leş gibi uzanmış yatıyor yan somyada. Titremesi geçmemişti Feriha’nın ve bu titrek vücuduyla Talat’ın yanına kadar gidip daha bir gözyaşı seylabesi içinde ağladı. Bir aralık gözleri açılan Talat, annesinin yeninden yaşlı gözleriyle parlayan yüzünü elleri arasına alıp:
“Anne, bu kadar parayı gözleme açarak mı kazanıyorsun? dedi.
Onca zaman sükut edişine halel getirmedi ve yine sustu. Oğlunun saçlarını okşadı ve ağlamaya devam etti. Talat, sarhoşluğun tesiriyle, sözleri silikleşinceye kadar konuşuyor ve daima soruyordu.
“Anne, bu kadar parayı gözleme açarak mı kazanıyorsun?”
“Anne… bu…açarak… kazanıyorsun…”

Yorum bırakın