Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

KÜF

,

Okuma Süresi

12–18 dakika

Levent Üstünbaş

1

Otobüs durdu ve indim. Demirleri pas tutmuş bir otobüs durağında elimde çantamla öylece kalakaldım. Yolun karşısında evler vardı ancak görebildiğim kadarıyla hiç birinin ışığı yanmıyordu. Bu beş para etmez yerdeki bir dönüm dahi olmayan arsayı bir an önce satıp kurtulmak gerektiğine iyice ikna olmuştum.

Elimde çantamla yürürken yanıma bitirim bir tip yaklaştı. Burada sadece bir taksi olduğunu ve onun da birisini şehre götürdüğünü, geri dönmesinin çok uzun süreceğini söyledi. Muhatap olmak istemediğimi belli eden bir ses tonu takınıp yürüyeceğimi söyledim. Benim tavrım ne kadar sertse onun tavrı o kadar yılışıktı. Konuk evinin tepede kaldığını, bavulla bayır çıkmanın zor olacağını ve beni arabasıyla bırakabileceğini söyledi. Bu ısrarcı adamın teklifini istemesem de kabul ettim çünkü karanlık çökmeye başlamıştı ve çok fazla köpek havlaması duymuştum. Önce bir caddeden geçtik. Adeta yaşam belirtisi yoktu ancak saatin geç olmasından dolayı bu normal diye düşündüm. Ardından dik bir bayır çıkarak, konuk evi olarak adlandırılan iki katlı cumbalı eski bir binaya ulaştık. Araba giriş kapısından biraz uzağa park etti. Önce geri geri gidecek mi diye bekledim ama inmedi. Bavulu alırken eline para tutuşturup teşekkür ettim. O da bana teşekkür etti ve telaşla arabasına atlayıp gazladı.

İçeri girdiğimde şoförün bu telaşının sebebini anladım. Görevli beni pek de hoş bir tavırla karşılamadı ve Çetin’i nereden tanıdığımı sordu. Beni bırakan delikanlının adını böylece öğrenmiş oldum. Çetin’i tanımadığımı söyledim. “Yolda neler anlattı?” diye sordu. Arabada uyukladığımı bu soru sayesinde fark ettim ve güldüm. Herhalde yorgunluktan uyumuştum, caddeyi geçtikten sonrasını hatırlamıyordum. “Yok yolda uyukladım ben konuşmadık.” Dedim. Ben bunları söyleyince görevli yumuşadı ve “İyi yapmışsın, yoksa dadanırdı sana. Keşke arabasına bile binmeseydin” dedi. “Taksi yokmuş” dedim. Hiçbir şey demeden yüzüme baktı. Ben, bu manasız bakışma daha fazla uzamasın diye eğilip yere bıraktığım çantamı aldım ve bu bastonla yürüyen ihtiyarın peşine takılıp odama çıktım. Adının Celal olduğunu söyledi. Oda ile ilgili birkaç şey anlattı ve anahtarımı verdi.

2

Gece iyi uyuyamadım. Ahşap doğramaların arasından sızan rüzgar kulağıma adeta bir fısıltı gibi geldi durdu. Rüzgar şiddetlendiğinde ise bu fısıltı bir çığlığa dönüşüp birkaç kez sıçrayarak uyanmama sebep oldu. En sonunda bir havlu alıp pencerenin altına sıkıştırmak için kalktım. Pencerenin önüne geldiğimde karşıdaki boş arazide sigara içip bizim binayı izleyen bir adam gördüm. Gece karanlığında yüzünü falan seçemediğim için bir süre perdenin arkasından adamı izledim. Adam sigarasını bitirdi ve yere attı. Ardından çamurları yukarıya zıplata zıplata çok garip bir şekilde koştu ve çabucak gözden kayboldu. Ben de elimdeki havluyu pencerenin altına sıkıştırdım ve yatağa döndüm. Havlunun faydası olmuştu ancak bu kez de köpek havlamaları başlamıştı. Yatakta dönüp durdum. Bir süre sonra hoşt falan diye bağırmanın belk bir faydası olur diyerek camı açtım. Camı açınca sustular. Sekiz, on kadar köpek vardı ve hepsi gözünü bana dikmişti. Ben yatağa döndüğüm gibi tekrar havlamaya başladılar. Sabahın ilk ışıklarına kadar uyuyamadım. Sonra sızmışım. Saat on iki civarında iğrenç bir halde uyandım. Hem başım ağrıyordu hem de çok susamıştım, yastığım terden sırılsıklam olmuştu. Halbuki hava sıcak da değildi. Kahvaltı edeyim bari diyerek kalktım. Ayakkabılarım çamur içindeydi. Dün yorgunluktan fark etmemiş olmalıydım. Dışarı çıktığımda kimse yoktu. Öksürdüm, seslendim orada olduğumu belli edecek şekilde gürültü yaptım ancak kimse çıkmadı. Ben de yiyecek bir şeyler bulurum diye kasabanın meydanına doğru yola çıktım.

Kasaba meydanında bir kahvehane vardı. Kahvehane bomboştu, hatta meydanda da kimse yoktu. Bahçedeki bir masaya oturdum. Arkamdan bir ses ne alırsın diye sordu. Başımı çevirince şaşırdım çünkü bu Celal amcaydı. Aç olduğumu söyledim, tost yapayım dedi. Fazla seçeneğim olmadığını bildiğimden olur dedim. Tostumun yanında bir de çay getirdi ve onları masaya bıraktıktan sonra tek eliyle bastonundan destek alıp doğruldu. Kaşlarını çattı ve parmağını sallayarak hırıltılı sesiyle konuşmaya başladı. “Gece kapını kilitle. Sigara içeceğin zaman da dışarı çıkmaya kalkma. Camı aç öyle iç sigaranı. Burada köpek çok olur”. Dedi ve boğazındaki izi gösterip “Isırırlar.” dedi. Zaten her yeri de çamur yapmışsın.” Diye söylenerek içeriye doğru yürüdü. Sanırım o gördüğüm adam da konuk evinde kalıyordu ve kabahati beni üzerime kalmıştı. Tostumu bitirip kalktım. Celal amcanın boğazındaki yara beni fazlasıyla germişti. Zaten köpekten çok korkuyordum. Bir de buraya geldiğimden beri sürekli onlar etrafımdaydı. Hesabı ödemek için içeriye girdim ancak Celal amca yoktu. Biraz bakındım ancak kimseyi bulamayınca akşam konuk evinde hallederim diyerek dışarı çıktım. 

Beni arayan bu adamı nasıl bulacağımı Celal amcaya sormadığım için biraz kendime kızdım. Ancak numarasını kaydetmiştim. Gel gelelim telefon çekmiyordu. Dün konuk evinde çektiğini bildiğimden bari oraya geri döneyim dedim. Biraz yürüdüm. Sokaklarda hiç kimseye rastlamamış olmam açıkçası biraz ürperticiydi. Bunları düşünürken konuk evine giden o dik yokuşu bir türlü bulamadım. Sanırım kaybolmuştum. Hiç olmazsa kahveye geri döneyim dedim. Ancak yine yanlış yolda olmalıydım çünkü evler seyrekleşmeye başlamıştı. Bu küçücük yerde bu derece kaybolmayı nasıl başarmıştım kendime hayret ettim. İleride köpekler gördüm. Yayılmış yatan köpekler de beni gördü ve hepsi birden kalktı. Bana doğru gelmiyor fakat bana bakıyor ve sanki hırlıyorlardı. Bu durum beni çok gerdi. Zaten köpeklerden çok korkan bir insan olarak buraya geldiğimden beri sanki onlarla mücadele halindeydim. Hemen geri dönüp hızlı hızlı yürümeye başladım. İçlerinden bir tanesi havladı. Kısa süre sonra diğerleri de ona katıldı. Patilerinden çıkan sesleri duyabiliyordum. Omzumun üstünden arkaya baktım. Koşmuyorlardı ancak bana doğru geliyorlardı. Acaba ben koşmaya başlarsam onlar da koşmaya başlar mıydı? Bunu yapmaya cesaret edemedim ve sokaktan dönüp, görüş alanlarından çıkmanın daha iyi bir fikir olacağını düşündüm. Telaşlıydım, terledim ve kalbim küt küt atarken önüme çıkan ilk sokaktan döndüm. Sağlı sollu kerpiç evlerin olduğu dar bir sokaktı. Biraz ilerledikten sonra köpeklerin sesi kesildi ve bende bunu fırsat bilip biraz soluklandım. Çoğu evin penceresinde tahtalar çakılıydı. Bir evin duvarında ise garip bir resim vardı. Dizleri üzerine çökmüş dört kişi, boyunlarından geçen bir çubukla birbirlerine bağlanmışlardı. Başlarında ise kafası balığa, vücudu insana benzeyen bir varlık dikiliyordu. Bu resim bana eski Mısır hiyerogliflerini anımsattı ancak daha farklıydı. Kübizm ve fütürizmin bir çok dalı olsa da bu tam olarak onları da karşılamıyordu. Duvar resminin altında ise daha önce sanırım hiç görmediğim tarzda semboller vardı. Hangi dil ailesinden yahut hangi bölgeden olduğuna dair bir tahminim bile yoktu. Resim ve semboller tuhaf, yeşil siyah bir renkteydi ve üzerlerindeki parlaklıklar adeta geziniyordu. Biraz daha incelerdim ancak köpeklerin havlamaları tekrar başladı ve bende tekrar yürümeye başladım. Bir an önce buradan çıkıp en azından kahveye dönmek için çabalarken diğer yandan “Köpekler beni çoktan unuttu. Kaldı ki zaten bana saldırmayacaklardı. Korktuğum için abartıyorum.” diyerek kendimi telkin etmeye çalışıyordum. Fakat içimdeki korkuyu dizginlemeye yetmiyordu. Sokağın sonuna geldiğimde birkaç köpek tam karşıma dikildi ve içlerinden biri tüm telkinlerimde haksız olduğumu ispat edercesine hırlamaya başladı. Öylece donup kalmıştım ki bir korna sesi duydum. Bu ses köpeklerin bir anlık da olsa dikkatini dağıttı. Araba tam yanımda durdu ve kapısı açıldı. Şoför koltuğunda Çetin oturuyordu. O adamı tekrar gördüğüme bu kadar sevineceğimi tahmin etmezdim. Arabaya adeta ışınlanmış gibi bir hızla bindim. Kapıyı kapattım ve derin bir nefes aldım. Ter içindeydim ve titriyordum. Köpekler arabanın etrafını sarmıştı ancak Çetin gaza bastı ve oradan uzaklaştık. Bana bir şişe su uzattı, suyu içerken bir yandan da camı açtım. Artık rahatlamıştım. “Burada ne kadar çok köpek var.” dedim. Çetin cevap vermedi. Duymamış olacağını düşünerek tekrarladım. “Çok fazla köpek var. Sıkıntı oluyordur.” Çetin kafa sallamakla yetindi. O ilk gece yanıma gelen yılışık tavırlarından eser yoktu. “Köpek değiller abi. Sen köpeklerden çok korktuğun için…” cümlesini tamamlamadan sustu ve bir sigara yakıp pakedi bana uzattı. Ben de bir tane yaktım ancak gözlerimi Çetinden ayırmıyordum. Ne demek istemişti. “O ne demek?” diye sordum. Sorumu cevaplamadı. “Abi sen neden geldin buraya?” diye sordu. “Kahvaltıdan sonra biraz gezinmek istedim.” dedim. “Yok abi onu sormuyorum. Sen buraya neden geldin?” Bunu dediği anda başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Ben buraya neden gelmiştim hatırlayamadım. Soğuk soğuk terlemeye başladım. Nefes almakta da zorlanıyordum. “Burası neresi ve ben buraya neden geldim?”diye sordum içimden. Tekrar tekrar sorduğum bu sorunun cevabı yoktu. Çaresiz gözlerle Çetin’e baktım. O bana sakin olmamı, her şeyi anlatacağını söyledi. “Hele bi eve gidelim, iyi olacaksın.” dedi. Ancak sonra araba bir şeye çarptı. Resmen görünmez bir şeye. Bir kaç kez döndükten sonra durduk. Çetin başını direksyona çarpmıştı. Araba durunca kapıyı açmaya çalıştım ancak takatim yoktu ve sonra her şey karardı.

3

Uyandığımda odamdaydım. Celal amca baş ucumda bir sandalyede oturuyordu. “Sakin ol.” dedi. Her şeyi anlatacağım. “Buraya neden geldiğini hatırlıyor musun?” diye sordu. Hayır anlamında başımı salladım. “Dedenden kalan bir arsa olduğunu söyledi sana ve sen de bunun için geldin.” Dedi. Yaptığım telefon görüşmesini hayal meyal hatırlar gibi oldum. Dedemin adı Mümtazdı. Peki benim adım neydi? Bunu düşününce yerimden sıçradım. Sahi benim adım neydi? Celal amca başımı okşadı “Senin adın da Mümtaz. Dedenle aynı adı taşıyorsun. Zaten o sayede buldu seni bu Çetin denen deyyus.” dedi. “Aklınla oynamaya çalışıyor.” “Peki neler oluyor?” diye sordum “Kim bu Çetin?”

Celal amca derin bir nefes aldı. “Aslında kötü biri mi bilmem ama kötü kaderinin kurbanı. Daha doğrusu anasının kurbanı. Bunun annesi Vasfiye. Nam-ı değer Dişsiz Vasfiye. Gençliğinde çok güzel bir kadınmış ama güzelliğinden daha fazla hırslıymış. Bir gün kocasıyla birlikte bir definenin peşine düşmüşler. O esnada vasfiye hamileymiş. Tabi define falan bulamamışlar. Buralarda söylentisi çoktur böyle şeylerin ama bulabileni de yoktur. Define bulamamışlar ama bir mezar bulmuşlar. Mezarın içinde para edecek tek şey merhumun altın dişleriymiş. Vasfiye’nin kocası bir şeyleri bilen bir insanmış ki ben ellemem mezarda yatanın dişini peşimizi bırakmazlar demiş. Vasfiye kocasını dinlemeyip onu ittirmiş ve dişleri bir bir sökmüş. Bu olaydan kısa süre sonra kocası ortadan kaybolmuş. Vasfiye dişleri satmaya kalkmış ama dişleri görenler onun altın değil garip bir küfle kaplı olduğunu söylemişler. Bırak para etmeyi kimse dokunmak dahi istememiş. Ardından deliren Vasfiye bir gece kendi dişlerini Çetin’in gözleri önünde kerpetenle tek tek sökmüş. Çetin o zaman daha çok küçükmüş. O günden sonra yarım akıllı kalmış diyen de var karışık olduğunu söyleyen de. Kimileri dişleri Vasfiye değil üç harfliler söktü der kimileri de delirdiğini söyler.”

Bu korku filmi gibi hikaye beni iyice gerdi. Bu esnada yavaş yavaş hatırlamaya da başlamıştım. Kimim, neden geldim, nasıl geldim? Her şey sanki yavaş yavaş yükleniyordu beynime. “Celal Amca tüm bu anlattıklarının benimle ne alakası var?” diye sordum. “Muhtemelen Vasfiye’nin kocası senin deden.” Dedi. “Olur mu öyle şey Celal amca hem burada bir eşi olsa, ölünce çıkmaz mıydı kaydı?” dedim. “O zamanlar hükümet nikahı yapmamış olmaları şaşılacak şey değil. Hem benim bu dediğim sadece tahmin. İşin aslını bilmiyorum oğlum.” dedi “Ya Çetin’in buradan çıkış anahtarısın. Yahut başka bir şeyin peşinde.” Bundan sonra ne yapmam gerektiğini sordum. Arsa marsa umurumda değildi. Bir an evvel gitmeliydim. Celal amca beni yarın bir otobüse bindireceğini söyledi. “Onunla şehir otogarına gidersin. Evine dönecek bir otobüs yoksa bile bir otobüse bin ve git!” dedi. “Ha bir de bu gece sakın ama sakın uyuma.” 

Gece, Celal amca odamdaydı. Sandalyeyi pencereye doğru çevirmiş. Bastonuyla perdeyi aralayıp dışarıyı izliyordu. Köpeklerin havlamaları ilk geceye göre çok daha fazlaydı. Sanki yüzlercesi konuk evinin önündeydi. Pencereye doğru başımı eğip perdenin aralığından baktığım an hepsi birden susup gözlerini bana dikti. Geri kaçtığım gibi tekrar havlamaya başladılar. Uyumamaya çalışıyordum. Gözüm sürekli duvardaki saatteydi. Bir şekilde sabah oldu derken çok kısa bir an içim geçti. Ancak bu kısa an bile asla unutamayacağım o garip rüyayı görmeme yetecekti. Mağaraya benzeyen bir yerdeydim. Dar uzun bir koridor boyunca yürümekle yüzmek arası bir halde ilerledim. Yeşil siyah o madde her yeri yavaş yavaş kaplıyordu. Koridorun sonunda Çetin’i gördüm. Yüzü pul puldu. Hemen arkasında iki karaltı vardı. Yaklaştım. Karaltılardan biri dedemdi. Diğeri ise güzel bir kadın. Dedem bana gülümsedi. Kadın ise kahkahalar atmaya başladı. Ağzında bir tane bile diş yoktu. Çetin öne atıldı gözlerimin içine baktı ve anlatmaya başladı. Aslında beni arayanın Celal olduğunu. Eğer bana bir şey yapmak istese ilk gece arabasına bindiğimde işi halledeceğini. Ancak onun yerine beni Celal’e bıraktığını. Çünkü o akşam benim kim olduğumu dahi bilmediğini söyledi. Celal’in beni burada esir edeceğini ve bunu engellemeleri gerektiğini anlatırken bir anda tekrar uyandım ve hemen duvardaki saate baktım. Geçen süre bir dakika bile değildi. Ancak o koridoru sanki saatlerce yürümüştüm. Bunu düşünürken kafamda Çetin’in sesi yankılandı. “Bastonu almalısın.” Ses yerimden sıçramama sebep oldu. Böyle olunca Celal amca gözlerini bana dikti ve uyuyup uyumadığımı sordu. Yok dedim bi kaç dakika içim geçti sadece. Bir şey görüp görmediğimi ısrarla sordu ancak gördüğüm düşü ona söylemedim.

4

Celal Amcayla birlikte yola çıktık. “Kolumu tut köpekler gelirse yahut herhangi bir ses duyarsan gözünü yum ve yürümeye devam et.” dedi. “Bunu kaldırdım mıydı kaçarlar merak etme.” Bunu söylerken elindeki bastonu havaya kaldırdı. Daha önce fark etmediğim bir şeyi fark etmiştim. Bastonun sapı sanki sedeften yapılmış gibiydi ancak rengi asla sedef olmadığını söylüyordu. Duvar resminde ve rüyamda gördüğüm o yeşil siyah, küfe benzeyen tuhaf maddeyle kaplanmış gibiydi. Bayır aşağı yürümeye başladık. Bayır bittiğinde ise bizi köpekler karşıladı. Hemen kolunu tuttum. Celal amca bastonunu kaldıra kaldıra yürüyordu ve köpekler yanımıza yaklaşamıyor ancak etrafmızda toparlanmaya devam ediyordu. Birer birer havlamaya başladılar. Onlar havladıkça ben gözlerimi daha sıkı kapatıyordum. “Daha çok yolumuz var mı Celal amca? diye sordum. Celal amca cevap vermedi ancak sanki bana cevap verircesine fısıltılar duymaya başladım. Hangi dilde olduğunu anlamadığım bu fısıltılar burada kaldığım ilk gece duyduğum fısıltılar gibiydi. Sonra fısıltılar sustu, köpekler sustu ve sanki bir el yanağıma dokundu. bir anlık refleksle gözlerimi açtım. Karşımda içinde yeşil alevlerin parlağıdı tek gözlü bir varlık vardı. Pulluydu ve iğrenç dişleri ile sanki bana gülüyordu. Kokusu benzetme yoluyla anlatamayacağım kadar eşsiz ve kötüydü. Bir anda beynimin içinde bir çığlık koptu. İstemsizce Celal amcanın kolunu bırakıp iki elimde kulaklarımı kapattım ve gözlerimi yumdum. Gözlerimi tekrar açtığımda en az iki metre derinlikteki geniş ancak mezarı andıran bir çukurun içindeydim.  Ayaklarımın ucunda yarı gömülü bir iskelet vardı. Çukurun tamamı o garip yeşil madde ile kaplanmıştı. Çetin iskeletin baş ucuna dizlerinin üstüne çökmüştü. Elindeki penseyle dişlerini tek tek söküp iskeletin ağzına koyuyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ve ağzı kan içindeydi. Başını bana döndürdü ve kurtar beni der gibi baktı. Sanki kolunu o değil de bir başkası hareket ettiriyordu. Koşup elini yakaladım ancak çok kuvvetliydi ve var gücümle kolunu çekmeye çalışsam da bir dişini daha söküp iskeletin ağzına koydu. Avazı çıktığı kadar bağırarak ağlamaya başladı. Ağzında bir tane bile diş kalmadığını görebiliyordum. Önce elindeki pense yere düştü ve hemen ardından bedeni daha fazla dayanamadı ve sağ tarafına doğru yere yığıldı. Artık ağlamıyor sadece inliyordu. Sesinde insanın yüreğini delen bir çaresizlik vardı. Bir şeyler söyledi ancak dişleri olmadığından anlaşılması zordu “Bu kadar dayanabildim… Sıra senin… Bastonu al…” bunları söylediğine emindim fakat diğer dediklerini anlamamıştım. Bastonu Celal amcanın elinden almam mümkün değildi. Hem alsam bile onunla ne yapacağımı bilmiyordum. Bilmediğim tek şey bu değildi. Kim iyi kim kötü ya da kimin dediğini yapmalıyım? Bu soruların cevabı yoktu. Sadece buradan kaçmak istedim. Bir hışımla atıldım ve çukurdan çıkmayı başardım. Ancak köpekler anında etrafımı sardı. Bu sırada karşımda Celal amcayı gördüm. Köpekler iki yana açılmaya başladılar. Celal amca açtıkları koridordan yanıma geldi ve konuşmaya başladı. “Artık yapacak bir şey kalmadı. Buradan kaçmanı sağlayacaktım. Ancak sen korkuya mağlup oldun ve gözlerini açtın. Artık Çetin’in yorgun ruhunu değil, senin taze ruhunu istiyor.” dedi. Beni yakamdan tutup çukura doğru fırlattı. O bunu yaparken ben de onun kolunu yakaladım ve tırnaklarımı tüm gücümle koluna geçirip kendime çektim. İkimiz birlikte çukurun içindeydik. Onu üzerimden atıp doğruldum. Bastonunu düşürmüştü. Çetin dirsekleri üzerinde sürünerek bastonu aldı. Celal amca ikimize bakıp. “Saçmalamayın. Maalesef bu bizim görevimiz. Tüm dünya bizim yüzümüzden mahvolur.” diye bağırdı. Çetin bastonun sapını çekti ve içinden bir kama çıktı. Celal’in üstüne doğru atladı ve boğuşmaya başladılar. Ben bu dar yerde dövüşmelerini izlemekten başka bir şey yapamıyordum. Celal, Çetin’in bileklerinden tutmuştu ve kamayı bedeninden uzak tutmaya çalışıyordu. Benim buradan kaçmam için bu mücadeleden Çetin’in sağ çıkması gerektiğine emin olmuştum. Bunu düşünerek bastonun sapını yerden alıp Celal amcanın başına vurdum. Celal sırt üstü düştü. Çetin vücudunun tüm ağırlığıyla yüklendi ve kama Celal amcanın kaburgaları arasından yavaşça içeriye girdi. Bir süre öylece bekledik. Çetin, Celal amcanın öldüğünden emin olduktan sonra zorlukla ayağa kalktı. Ona destek olarak çukurdan çıkamasına yardım ettim. O da elini uzatarak beni yukarı çekti. Baston elimizde olduğundan köpeklerin arasından geçmeyi başarıp Çetin’in önü biraz dağılmış olan arabasına bindik. Biraz zorlansa da araba çalıştı. Durağa geldik ve otobüs gelene kadar arabadan inmedim. Çetin’e benimle gelmesini söyledim ama kabul etmedi. “Çok yoruldum, artık özgür kalmak istiyorum dedi.” Nihayet otobüs geldi ve kapıyı açıp hızlıca otobüse bindim. Otobüs hemen hareket etti. Sonrasını hatırlamıyorum. Otobüste bayılmışım.

5

Gözlerimi hastane odasında açtım. Yanımda annem vardı. Üç günlük kayboluşumun ardından. Otobüs şoförünün polise haber vermesi sayesinde bulumuştum. Onlara otobüsten indikten sonra köpeklerden kaçmak zorunda kaldığımı ve düşüp başımı vurduğumu söyledim. Ondan sonrasını hatırlamıyorum dedim ve anneme gerçeği anlatmadım. Karşı duvarda bir televizyon vardı. Haber kanalı açıktı ancak sesi kapalıydı. Altyazı dikkatimi çekti. Anneme neler olduğunu sordum. “Aman oğlum hiç sorma. Pandemi bitti şimdi de küf çıktı başımıza. Çok hızlı yayılıyormuş ve insanları delirtiyormuş. Uzmanlar öyle söylüyorlar. Kabus görenler bile oluyormuş. Hava temizleyici alın diyorlar.”  Aman neyse seni sağ salim buldum ya, artık alırız ne almamız gerekiyorsa.” dedi ve beni yanağımdan öptü. Celal Amca “Tüm dünya bizim yüzümüzden mahvolur.” demişti. Bu sözü düşünürken dudaklarımdan bambaşka bir şey döküldü. “Yadaiogged mh’ex’ithoxr wgah’nagl fhtagn”

Yorum bırakın