Gençler, gideceğiniz bir yer var mı; yoksa sadece gidiyor musunuz?
Yolda – Jack Kerouac

İÇ DÜNYA VE DIŞ EVREN

,

Okuma Süresi

2–3 dakika

Aslı Parça

Acı, bizi ortak günahlara sürükler. İniş çıkışlarla; saldırgan, korkusuz ve başkaldırı dolu eteğimize yama olur. Görünüşte bu acı bizimdir. İşkence sağanağı altında ilerleyen zihninin acıyla yandığını gözyaşları içinde dinleyen sadece bizmişiz gibi insanın kemikleri yol boyunca çırılçıplak yatar. Her bir yörenin zebanisi el ele tutuşup bir halka içerisinde, kör bir boğayı sürükler gibi ibadet edercesine oradan oraya oynatır durur. Pislik kenefi içerisindeki zihnin gözlerini zifte çevirir. El ele tutuşan zebanileri namuslu birer insan sanırsın. Çiğ bedenini daha gün ağarmadan bir hendek içerisinde secdeye kaparlar. Binlerce ruhun ayaklarından amansız bir kurtuluş dilenirsin, yeter ki, alev çemberleri içerisinde yanan yüreğine yenik düşmesinler diye. Çaresiz olana acımayı sağlayan düşkün gösterişler öyle meczupluklar tattırır ki insana, utanç yükü yakana yapışır. Dilenirsin sadece… Eteğine yapışan meftun, aciz ihtiyacının yüksekliği canlı olarak bağıra çağıra sadece sesini duyursun diye.

Zaman, seni izlemeye gelen ruhlardan bir kavimdir. Kendi evinde çarmıha gerilen bedenini yaprak yaprak soymak ve istirapların haysiyetsizce izi kalsın diye. Oysa ki, bu ne bir düştür ne de bir hayal… Bu eşikten atlamanın sonucu olarak apaçık ruhunun bir mükafatıdır. Yürek yıkanır, zihin ılık ılık mültefit çıkarlarını aldatır. Kanın fırçası azıcık değmeden işlenilen suçlar, mutlu günlerin vakti geçsin diye ipte sallanan bir çocuk gibidir. Sen ne hasta ne de yastasındır. Sadece cehennemin hisarına doğru tek taraflı insan olmanın bir varlığının sebebidir. Varlığının sivri ucunun tepesinde inişli yokuşlu kendine tırmandığın bir yol vardır. Ve bu yol loş korularda elem içerisinde kendine perestiş ederken aldatıcı bir naiflik içerisinde tırmandığın bir kordur. Bu kor koştukça dönüp bora halinde ruhunu keser durur. Nicedir ki, hıçkırıklıkların dizlerine serpiştiği birkaç mercan olarak kalır. O mercanlar ne çöllere ne kış yağmurlarına dilek tutturur. Kendi halinde serpilir, büyür. Gerisi ne hatırlanır ama dizlerinde gerçeğe göğüs germiş bir kanayan yaradır. Üzüm boğumları gibi salkımlı ve sürgün zamanın içerisinde olgunlaşan benliğimiz özünü bulabilmek için amansız iç dünya ve diş evrende sonsuza kadar büyük bir kayayı varlığının sivri uçlu tepesine kadar taşımaya çalışır ve sonunda ulaşabildiğimiz onca birliğin gerçek sanrılara dönüştüğünü kurban edilirken fark edersin.. Bilhassa bir cevap duymak isterken sıradanlaşan bedenler içinde ruhunun kaybolduğunu fark ederken, unutulacak tek şey kemiklerinin bir ihanetin peşinden sürüklenmesidir. Çünkü ölü bedenler diriltir zamanı.

Öyleyse ne yapmalıdır ki, çalışarak yenilsin kaderim? Boynum bükülmeden, yakutum ellerde yeri göğü kırmızıya boyamasın? Çünkü benim yüreğim kolayca coşar durur. Bırakmalı mıdır ümidi bir darağacında? Bu ne acıdır ki, insan serden geçerken daha da fazlalaşır ve anlam azalır. Ben şimdi ne eksiğim bir candan ne de fazlayım bir mahiyeti açıklanamayan anlamdan. Ben, çırılçıplak korunmasız acının yer ettiği imansız bir sahiyim. 

Bu zehir dışarı akmadan zihnim aklanmayacak bir balçık. Boğulan bıldırcınların çığlık çığlığa acının eşiğinde olduğunu bir sözden anlıyorum. “Kısa ömürlerinde imtihan beşiğindeyken küstürmeyen bir burukluktu.”

Yorum bırakın